Bu merdivenlerden en son çıkmamda ailemi göreceğim için çok mutlu ve heyecanlıydım. Ama aynı merdivenleri inerken ne mutluluk vardı ne de heyecan. Hüzün çökmüş bedenimle indim aşağıya. Bahçe kapısına geldiğimde kapının önüne park edilmiş siyah arabaya baktım önce. Sonrasında arabanın kaputuna yaslanmış bekleyen Emir'e. Yavaşça bahçe kapısını açtığımda sesten dolayı olsa gerek Emir yerinden kıpırdayıp bana döndü. Beni gördüğünde yaslandığı yerden ayrılıp arabanın kapısına geldi. Ben de bu sırada diğer tarafa geçtim. Elim kapıyı açmakla açmamak arasında tereddütte kaldığında ona baktım. O da bana baktı kaşları çatık bir şekilde. Sonrasında eve bakıp bana döndü tekrar.
Tok sesiyle "Bin hadi." deyip bindi arabaya. O arabaya bindiğinde yutkunup derin bir nefes aldım ve ben de bindim. Elimde tek seçenek varken neyi düşünmüştüm ki?
Emniyet kemerlerimizi taktıktan sonra arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Direksiyonu tek eliyle tutuyordu ve o elinin parmak boğumları bembeyazdı. Yüzünün gergin hatlarından belli oluyordu ne kadar öfkeli olduğu, direksiyonu sıkmasından belli olduğu gibi. Gözleri ise yoldan bir saniye ayrılmıyor, istikametini koruyordu. Gerginlikle elimle oynamaya başladım. Umarım tanıdığımdan kötü biri çıkmazdı. Çünkü onu daha önce böyle öfkeli gördüğümü hatırlamıyorum.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum gözlerimi ellerime çevirip. O ise bir süre susmayı tercih etse de cevap vermişti.
"Bu meseleyi en az zararla çözmeye."
Kaşlarımı çatıp ona baktım. En az zararla, ne demekti tam olarak anlamadım ama merak etsem de bir şey demedim. Gidince anlardım nasıl olsa.
Yolculuk çok gergin bir sessizlikle sürdükten sonra nihayet araba durmuş ve biz deniz kenarına gelmiştik. Kaşlarım yine çatılırken o emniyet kemerini çözdü. Kimliğini al deyince ben nikah günü falan alacağız sanmıştım ama o deniz kenarına getirmişti bizi. Ne diye geldik ki buraya?
"İn hadi." deyip indi arabadan. İn hadi, bin hadi, gel benimle, kimliğini al. İsminin hakkını veriyor maşallah!
Sinirle soludum. Umarım hep böyle değildir.
Arabadan indikten sonra yavaşça onun yanına gidip aramıza mesafe koydum ve durdum. Sonrasında denize bakmaya başladım. Beni susmak için buraya getirmeyeceğine göre bir diyeceği vardı belli ki. Sessizce denizi seyredip onun konuşmasını bekledim.
Bir süre ikimiz de öylece denizi izledikten sonra nihayet konuştu.
"Belli ki olanları biliyorsun," dedi denize bakarken. Sesi netti ama babamların yanındaki hali gibi öfkeli değildi. "Kan davasını ve evlenmemiz gerektiğini."
Sinirle dişlerimi sıktım. Evet, maalesef biliyordum. Maalesef...
"Evet, biliyorum." dedim ben de denize bakıp. Bu durumdan en az onun kadar ben de memnun değildim.
Derin bir nefes alıp verme sesini duydum, sonrasında bana dönüp emin olamayarak sorduğu soruyu.
"Mayıs mıydı senin adın?"
La ilahe illallah Muhammedün rasulullah. Göz devirmemek için zor tuttum kendimi. Adımı bile bilmiyor adam!
"Evet." dedim ona bakmadan ve dişlerimin arasından. Allah'ım sen bana sabır ver ya Rabbim.
"Mayıs diye isim mi olur?" dedi o da. Yavaşça başımı çevirip yandan bi bakış attım ona. Şu an konuyla ne alakası var bunun?
Ayrıca ne varmış benim ismimde?
"Niye olmasın?" dedim kaşlarım çatık. Yani koymuşlar ki olmuş, değil mi?
O ise umursamazca bana bakıp denize döndü yine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bi Umut
Teen Fiction"Bilmezsin tabii! Nereden bileceksin ki? Anlamazsın o yüzden, boş ver!" diye kestirip attım. Ne yaşadığımdan zerre haberi yoktu. "Neyi bilmiyorum ben? Söyle de anlayalım!" dedi o da yakınarak. Şöyle bi baktım ona. Bazen kendime o kadar kızıyordum ki...