TERAPİ
"Gözler kalbin aynasınıdır.."Ben üzgün üzgün yerdeki mermerlere bakarken Demir kapıdan içeri geldi. Geldiğini duysam da ona bakmadım. Daha doğrusu bakmamaya çalıştım. Ayakkabımdaki detaylara baktım. Elimi inceledim. Bir şekilde kafamı dağıtmaya çalıştım. O sırada kanepenin bir ucuna Demir oturdu. Başımı yana çevirip ona baktım. O da üzgün görünüyordu ama bu sanki alışkanlık olmuş onda...
Sürekli bu adamla uğraşmışsa mutlaka kayıpları olmuştur...
Belki de yıllarca yanında çalıştığı adamlarını kaybetmişti. Aslında çok acı bir durum, ama sanki o alışmıştı bu duruma... ki o adamı yarım saatliğine tanımama rağmen bende çok üzüldüm.
Kanepeye rahatça yaslandı. Ama içi içini yiyordu biliyorum. Bakışımı farketti ve bana doğru baktı. Baktığı an bakışlarımı kaçırdım. Hemen kafamı çevirdim. Ama o bana bakmaya devam etti.
Bana sinirli mi bakıyor yoksa üzgün mü?
Bense etrafa bakınıyordum. Etraftaki eski tablolara.. Muhtemelen dekor olsun diye konulmuştu. Tam üstümüzde henüz yanmamış olan kocaman avizeye. Arkamdaki kocaman merdivene. Diğer odaların kapılarına. Vazolara pencerelere... Çok fazla dekor olmasına rağmen sadeliğini koruyacak zariflikte bir evdi... Demiri yansıtıyordu sanki... Çok fazla kişiliği, hayatı, düşünceleri var ama sadeliğini koruyacak kadar zarif biri...
Ben bunları düşünürken Demirin gözlerini benden alıp öylece benim gibi düşüncelere daldığını farkettim.. Tekrardan baktım. Bana bakmıyordu. Kafasını eğmiş içinde kendince bir savaş veriyordu belki de.. Konuşmuyordu ama içinde fırtınalar koptuğu çok belliydi... Ya da bunu sadece ben fark ediyordum.
Kolları hafif kıvrılmış beyaz gömleği, hafif geniş siyah pantolonu, saçları alnına gelecek kadar uzun ama arka kısımları kısa önleri iki yana ayrılmış ve nemden dolayı hafif ıslak... Her gün spor yapıyor belli, belki de bir şey yemiyor doğru düzgün, belki de fit olmasının sebebi cok yoruluyot olması...ve tabi henüz anlamlandıramadığım ve ismini bulamadığım kokusu... Bu parfüm değildi. Bir şeyin, bir çiçeğin, bir eşyanın kokusu değildi. Kendi kokusuydu....
Bu kadar zarif ve böylesine merhametli bir adamın böylesine de korkunç şeyler yaşaması benim içimi yakıyordu. Bazen içimden sarılmak geliyordu ona. Sarılarak içindeki bütün acıları yok edebilir miydim ki? Ama aşıkmış gibi gözükmek istemiyordum. Sadece üzülüyordum....
Tekrar bakışlarım önüme kaydı. Ona bakmadan sordum;
"İyi misin?"
Bana şaşkınlıkla baktığını hissettim.
"Böyle bir durumda bu soruyu sorabiliyor musun?" diye sordu bu anı bekliyor gibi.
Bakmadım o da bakışlarını önüne çevirdi.
"Neden ki?"
"Sen..." dedi umarsızca.
"Büyük bir tehlikenin içine girdin. Bu soruyu soran ben olmalıydım...Söyle.. şimdi Seni nasıl koruyacağım? Israr etmeseydin o adamı görmeden gidecektin...""Beni neden koruyasın ki? Böyle bir sorumluluğu almana gerek yok. O adam beni korkutmuyor."
"Korkmaman, tehlikede olmadığın anlamına gelmiyor. Hâlâ anlayamıyor musun? Seni korumak zorundayım. Çünkü senin hayatına giren bendim." Yere daldı bir an, "Hâlâ da sebebini tam olarak bulamadım saçma olan da bu."
Başımı ona çevirdim. Yüzüne baktım.
"Beni korumana ihtiyacım yok Demir. Gerek de yok. Sebebi sen ol ya da olma. Ne o adamın kendisi ne de yapabilecekleri umrumda.. Hatta fırsatım olsa öldürmek bile isterim..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Balkondan Gelen Mucize (DÜZENLENİYOR)
Novela Juvenilİkili hayat yaşayan ve görev icabı, 19 yaşındaki bır kızın evine hırsız olarak giren 25 yaşında bir adam. En fazla ne olabilirdi ki? Arkadaş mı?Yoldaş mı? Aşk mı? Gerilim mi? Cinayet mi? Hem nefretin hem de sevginin birleşimiydi...Arkana bakmadan d...