10. Bölüm - Teselli

21 10 33
                                    

Hepinize uzun süre sonra tekrardan merhabalar. Sıkıcı günler geçirdikten sonra bölüm yazmaya fırsatım oldu sonunda. Hepinize iyi okumalar dilerim!

~~~~~~

Okuduğum mesajlar ile beraber ağzım açılmıştı ve dehşet ile Burakın elini sıkıyordum. Ne olmuştu böyle?!?

Anında tereddüt etmeden Adeni aradım, açması çok uzun sürmemişti ve ben duyduğum ağlama sesleri ile daha da afallamıştım. Zor olsada konuşmayı başardım ve aklıma gelen kötü senaryoları bir kenara bırakıp olan biteni sordum. Benim aksime hıçkırıklarından dolayı konuşamayan Aden daha da endişelenmeme sebep oluyordu. Son bir kez yüksek bir sesle ne olduğunu sordum ve beklemeye başladım. Bu sırada neler olduğunu anlamayan Burak suratıma mal mal bakıyordu. Bu tipini görünce sinirlerim iyice zıpladı ve yanından kalktım. Gelen ses ile beraber tekrardan pür dikkat Adene odaklandım.

"Mustafa.."

"Ne olmuş Mustafaya, Aden beni delirtme bak!?!"

"Mustafanın a-abisi, o ö-ölmüş. Mustafayı tutamıyorum, delirdi gibi Ahsen y-yardım et"

Duyduğum cümlelerle beraber dumura uğramıştım adeta. Mehmet abi nasıl ölmüş olabilirdi? Aklım almıyordu. Mimik oynamayan ve sadece gözleri dolan suratımdan dolayı Burak yanıma gelmişti. Sahil akşama doğru kalabalıklaşmıştı ve insanların ortasında duruyordum bir nevi. Omuzlarımdan tutup beni kendime getirmeye çalışan Burakın gözlerine boş bakışlarımı yolladım. Şimdi ne olacaktı? Mustafa ebeveynlerinin kaybından sonra toparlanamamıştı, tek kan bağı olan kişide vefat etmişti şimdi. "Benim İ-İstanbula dönmem lazım" diyebildim sadece. "Ahsen iyi misin? Ne oldu, ne dendi telefonda, korkutuyorsun beni"

"Burak soru sorma, beni havalimanına götür!" kurduğum cümle beni şaşırtacak şekilde yüksek sesliydi ve kaba geliyordu kulağa fakat durup bunu tartışamazdım iç sesimle. Burak bana anlamayan gözlerle bakmaya devam edince hücrelerimde ki endişe ve sinir başa baş yarışıyorlardı. 'Bunun kendine hayrı yok' diyip hareketlendim fakat beni durduran ise arkamda bir milimlik mesafe ile çarpmamış olduğum bir beden olmuştu. Bedenin kime ait olduğunu görmek için kafamı hafif kaldırdım ve bana sanırım sinirli bir şekilde bakan Sefa ile karşılaştım. "Ahsen bir şey mi oldu, bu adam rahatsız mı ediyor?" Kurduğu cümle ile yakınlığının doğru olmadığını hatırladı ve iki adım geriledi, bu sırada benden de çekmişti gözlerini ve ateş püskürten harelerini sadece Buraka odaklamıştı.

"Y-yok, öyle bir şey söz konusu dahi olamaz. Benim İstanbula gitmem lazım Sefa, havalimanına götürebilir misin?" Sanırım şimdi beyefendinin beyni eror veriyordu. "Nasıl, anlamadım? Noldu?" "Sefa sorgulama, yapabilir misin?" Kafasıyla onayladıktan sonra bana arabasının yönünü gösterdi ve hızlı bir şekilde ilerlemeye başladık. Şu Burak bunu yapamamıştı işte, ne kadar zor olabilirdi çeneni kapatmak ve sözümü dinlemek.

Bunları düşünürken asıl konu tekrardan aklıma geldi, Mustafa...

Günler gibi süren bir uçuştan sonra gelmiştim tekrardan İstanbula. Her şey aynı gibi dursada  bundan sonra hiç bir şey aynı olmayacaktı benim için. Bunu önceki yaşananlardan biliyordum, Mustafayla senelerce depresyonunu yenmeye çalışmıştık. O lanet virüs çıktığında bir çok kişi hayatını kaybetmişti, bunların arasında Mustafanın anneside vardı. Annesinin acısına daha dayanamazken babasıda kısa süre içerisinde kalp spazmı geçirmişti ve tekrardan iyileşemeden vefat etmişti. Abisi kalmıştı bir tek, şimdi o da terk etmişti Mustafayı bu zor duygulara.

Adeni arayıp konum istemiştim, verdiği hastane konumuna doğru gidiyordum taksi ile. Bir yandan Mehmet abiye üzülüp diğer yandan Mustafaya yanıyordu kalbim. İnsan nasıl dayanırdı arkadaşının çöküşüne, her şey başa sarıyordu tekrardan. Hastaneye girdikten sonra ameliyathane bölümünde durduklarını öğrendim ve oraya yöneldim. Köşeyi döndüğümde ise hiç bir şeyin düşündüğüm gibi görünmemesine şaşırıp diğer yandanda içimi bir korku sarıyordu. Adenin yanına vardığımda gözleri kırmızıydı ve ağlamış olduğu belliydi. Onun bu halini gördüğümde benimde gözlerim doldu ve saatlerdir 'Mustafa nasıldır' diye bastırdığım göz yaşlarımı bir akıntı misali bıraktım. Harelerimin önü buğulaşınca fark ettim yaşlarımın ne kadar hızlı aktığını. Kısa bir müddet sonra Adenin karartısının bana yaklaştığını fark ettim ve sarıldım. Bu bana bir nebze iyi gelsede Mustafayla ilgilenmem gerekiyordu. Adenden yavaşça ayrıldım ve başımı teşekkür eder gibi eğdim ona karşı. O da aynı şekilde karşılık verdiğinde ise arkamı döndüm ve ameliyathane kapısının önünde yere çömelmiş olan Mustafanın yanına ilerledim.

Onun bu halini görmek yüreğimin burkulmasına sebep oluyordu. Hıçkırıklar boğazıma sıralanıyordu ve gözlerim tekrardan bulanık görmeye başlıyordu. Ağlamamak için kendimi biraz zorladıktan sonra kafasını dizlerine dayamış ve ellerini ayak bileklerine kenetlemiş olan, sessizce oturan Mustafanın yanına varmıştım. Bende onun yanında diz çöktüm ve ellerimi yanaklarına yerleştirdim. Bu hareketimden olsa gerek kafasını kaldırdı ve bana o güzel kara gözlerle baktı. Normalde o gözleri dünyaya değişmezdim fakat o siyah harelerin ağlamaktan dolayı kızardığını görmek içimde fırtınaların kopmasına sebep oluyordu. Boğazıma yerleşen yumru ile konuşmam zorlaşmıştı, hiç bir kelime çıkmıyordu ağzımdan. Ne diyeceğimi dahi bilmiyormuş gibiydim. Sonunda konuştuğumda ise göz yaşlarım ve ağzımdan dökülen hıçkırıklar cümlemin anlaşılmaz hale gelmesine sebep olmuştu. Tek çarem ona sarılmak ve tesellimi o şekilde hissettirmekti. O da beni sım sıkı sardığında kendimi güvende hissettim, bu duygu ne güzeldi böyle. Tek bir dokunuşu ile hücrelerim şaha kalkıyordu ve gerçeklik duygum ortadan kalkıyordu. Kaybolup gidiyordum hayallerde fakat şu an öyle bir şey söz konusu değildi elbette. Kafasını omzum ve boynumunu girintisine soktuğunda huylandım fakat hareket etmedim. Nefes alış verişleri düzene girdiğinde ise ağlamayı bıraktığını fark ettim. Ondan yavaşça ayrıldım fakat ellerini tuttum, o ise gözlerime bakmıyordu. Ellerimize odaklanmıştı ve ağzının içinde bir şey geveliyordu.

Bana bakmasını söylediğimde ise "bakamam Ahsen" dedi bana. Daha nedenini soramadan tekrardan ağlamaya başladığını gördüm akan yaşlardan dolayı. Oysa ben o akan göz yaşı için tüm dünyayı feda ederdim. "İçimdeki canavarı görmeni istemiyorum Ahsen".  "O da ne demek Mustafa kendine gel, sen canavar filan değilsin. Bunu da beraber atlatacağız, daha önce başardık şimdi yine başarırız. "Ahsen... ben onu demiyorum" dedi ve kafasını ameliyathane kapısına yöneltti, o buz kesmiş olan ellerini ellerimden ayırdı.

"A-abimi..."

"M-mehmet ağabeyimi b-ben ö-öldürdüm"

~~~~~~~

Mustafa ne diyorsun çocuğum?!?

Evet kuzularım bu bölümüde burada bitiriyorum, aramızda çok sabırsız birileri var da ondan ;) Bence güzel bir bölüm oldu fakat bir o kadarda üzücü. Gelecek bölüm sizce ne olacak? Mustafa ne diyor böyle? Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım lütfen. İyi beklemelerrr

Kalbin HatasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin