Fire Kıssaları #2

11 2 2
                                    


NAH ÇEKTİ NAH ÇEKTİİİ

"Hate" kısmının "E" sini yazarken eline dikkatli bakın. Nah çekiyor.

Not: Eylül ayında yükleyecektim ama unutmuşum.

---

Mathias'ın aileden çıkarılışının ardından bir ay geçmişti. Mathias olmadan malikane eksikti, onun aurası olmadan her şey yarımdı sanki.

Julianne, artık kardeşlerin en büyüğüydü. Örnek bir abla olabilmek ve çocukların yaşadığı acıyı en aza indirebilmek için her şeyi yapıyordu.

James artık babasından nefret ettiğine kesin olarak karar vermişti. Onun adını bile duymaya tahammül edemiyordu. Onu her gördüğünde aklına acılar içinde bağıran abisi geliyordu. Ona rol model olan abisi...

Bradley vicdan azabıyla yaşıyordu. Kendisinin işlediği bir suç yüzünden abisi hak etmediği bir cezaya çarptırılmıştı. Ama itiraf edemezdi. Hem aynı şeyi ona yaparlardı, hem de abisinin gözünü itirafla geri getiremezdi. Kendisini de yakmaya hiç niyeti yoktu.

Marius bütün gün babasının gözetimindeydi. Hiçbir özel anı olmuyor, hep babası etrafında oluyordu. Bazen öyle bir bakardı ki çocuğa, Marius aklının okunduğunu düşünürdü. Bir şey düşünmekten kaçınırdı. Abisi gittikten beri daha da içine kapanık, sessiz ve gizemli bir çocuk olmuştu. Mecbur kalmadıkça hiç konuşmuyordu. Sadece antrenmanlarını yapıyor, babasının sıkıcı idari işleri hakkındaki konuşmalarını dinliyor ve uyuyordu. Yemeği Julianne ona zorla yediriyordu.

Chandler abisine olanları gördükten sonra her zamanki güzel gülümsemesi gitmişti. Artık her an ağlayacakmış gibi görünüyordu zavallıcık.

Amanda, oğlunun özleminden yataklara düşmüştü. Hastaydı, çok hastaydı.

Alt aile mutluydu. Hatta Mathias'tan nefret eden birtakım genç gizli bir kutlama bile yapmıştı.

Klaus mu? Onun hiçbir şey umurunda değildi.

Marius'un antrenmanları dışında tabii. Ya da "aileyi korumak" adı altında kendi aptal isteklerini ailesine zorla yaptırtmak dışında.

***

Ofisin çift kanatlı koyu meşe kapısı nazikçe çalındı. Klaus, karıştırmakta olduğu kağıtlardan başını kaldırmadan, "Gel." diye seslendi.

Julianne içeri girdi. "Baba." dedi. "Efendim," diye düzeltti. "Beni çağırmışsınız."

"Evet, Julianne." dedi Klaus. "Gel, otur karşıma."

Julianne, titreyen bacaklarına hakim olmaya çalışarak Klaus'un karşısındaki sandalyeye oturdu. Gergindi, çok gergin. Her ne kadar babası olsa da, aynı zamanda öz oğlunun gözünü oyduran bir canavardı aynı zamanda.

"Beni ne için çağırdığınızı öğrenebilir miyim, efendim?" dedi Julianne, Klaus'a çaktırmadan biçimli tırnaklarıyla oynuyordu. Acaba sıra kendisine mi gelmişti? Ne yanlışı olmuştu ki?

"Ne değil, neler olacaktı Julianne." dedi Klaus. Elindeki dosyayı genç kadına uzattı. "Bir bak bakalım şuna."

Julianne siyah kapaklı dosyayı aldı ve kapağı açtı. Karşısında Klaus duruyor olmasaydı çığlık atacaktı.

Elinde tuttuğu fotoğrafta abisi vardı. Hapishaneye giren suçluların fotoğraflarından biriydi bu. Arkasında boy tahtası, elinde de "Mathias Fire" yazan bir kart vardı. Yüzünde yeni yaralar açılmıştı. Üstünde tupturuncu hapishane tulumu vardı. Hatta onu zapt etmek için kullandıkları asma kilit bile seçiliyordu fotoğrafta. Sol gözünün iki göz kapağı birbirine dikilmişti ve dürüst olmak gerekirse iğrenç görünüyordu. Saçları her zamanki gibi atkuyruğu değildi, açık bırakılmıştı. Julianne, onun tokasını kopardığını tahmin etti.
(Ama şuraya bir not düşeyim, hala çok yakışıklı 😖)

Eddsworld Fanfiction - Dört Aşk HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin