•Jeongin's POV•
Çalan alarmımın sesini duymamla gözlerim aralandı. Yüzüme vuran güneş ışığına karşı ellerimi siper ettim. Son birkaç günün yorgunluğunu üzerimden atamadığım için tekrar kapandı gözlerim. Kalkmak içimden gelmiyordu, fakat kalkmam gerektiğinin bilincindeydim.
Zorlanarak yatağımda oturur pozisyona geldim. Birkaç esneme hareketi yaptıktan sonra yavaş yavaş ayılmaya başlamıştım. Yatağımı özlediğimi dün geceye kadar fark etmemiştim. Ancak evimi ve kasvetli havasını asla özlememiştim. Huzurumun kaçmasına yetecek kadar soğuk ve iç karartıcıydı.
Telefonumu elime alıp bildirimlerimi kontrol ettim. Her zamanki gibi; bir mesaj veya cevapsız arama yoktu. Telefonu yatağımın bir köşesine doğru hafifçe attım ve ayağa kalktım. Sanki saatlercesine koşmuşum gibi yorgundu vücudum, halbuki hiçbir şey yapmamıştım.
Aynanın önüne geçip kendimi inceledim; yıkadıktan sonra tekrardan siyaha dönmüş saçlarım birbirine karışmıştı ve gözlerim şişmişti. Boynumdaki tamamen geçmemiş parmak izlerini de sayarsak gerçekten bitmiş bir haldeydim.
Birkaç kıyafet çıkartıp banyoya doğru ilerledim ve hızlı bir şekilde duş aldım. Kendime gelmek için soğuk suyun altında durmam başarılı sonuçlanmıştı. Yüzümdeki şişlik de inmişti. Geriye yapılması gereken tek bir şey kalıyordu ki o da boynumu kapatmaktı. Ryujin ve kapatıcısı burada olmadığı için bir fular kullanmayı düşündüm. Çekmecemi karıştırıp giydiklerime en uyumlu renkte olan fuları seçtim ve özenli bir şekilde boynuma sardım. Böyle daha katlanılabilir gözüküyordum.
Odamdan dışarı çıkıp alt kata indim. Ev şüphe çekecek bir şekilde sessizdi. Salona doğru ilerledim ve kapının önünden içeriye baktım. Annem koltukta yatıyordu; yanındaki içki şişelerinden anlaşılıyordu sızıp kaldığı. Yanına doğru ilerledim ve diğer koltuğun üzerinde olan battaniyeyi açıp annemin üzerini örttüm. Kıpırdamamıştı bile, nefes aldığını duymasam öldüğünden şüphe dahi ederdim.
Eğilip yüz hizasına geldim. "Bu kadar içmemelisin anne. Hasta olacaksın." diye mırıldandım sanki beni duyuyormuş gibi. Annemle edebileceğim en verimli sohbet bu şekilde olurdu ancak; onun bu şekilde cevap veremeyecek halde olması gerekiyordu. Aksi takdirde bunların beni ilgilendirmediğini söyleyip tartışma başlatacaktı.
"Merak etme, ben senin gibi olmayacağım. Çok yakında da gideceğim zaten buradan." dedim ve doğrulup salondan çıktım. Her ne kadar çabalasam da onu önemsemeden edemiyordum. Ben gittiğimde kafası yerinde olacak mı? Kendine bakabilecek halde olacak mı yoksa kendine zarar verecek mi? Kafamdan bu tarz milyonlarca soru geçiyordu ama hiçbirinin cevabı bende yoktu.
Evden dışarı çıktığımda çalan telefonumla adımlarımı durdurdum. Arayana baktığımda gördüğüm isimle kaşlarım havalandı ve telefonu istem dışı olarak sıkmaya başladım. İki kere çaldıktan sonra aramayı yanıtlayıp telefony kulağıma yasladım. "Efendim Hyunjae?"
"Uyuyor muydun Jeong?"
"Evden şimdi çıktım. Yanınıza gelecektim."
"Süper. Ben de istersen gelmeyebilirsin diyecektim. Yapılacak bir şey yok burada ama gelmeni de istiyordum çünkü sensiz sıkıldığımı fark ettim." dedikten sonra güldüğünü işittim. Onu o kadar iyi tanıyordum ki bir eliyle ensesini kaşıdığına emindim.
"Ben de evde sıkılıyorum zaten. Orada görüşürüz?
"Görüşürüz, Jeongin." Tatlı bir ses tonuyla aramayı sonlandırdığında bir süre aptal bir şekilde gülümsememe engel olamadım. Bu hareketlerinin arkadaşça olduğunu biliyordum ancak kalbime söz geçiremiyordum. Aşk ahmaklara göredir, ve ben bu ahmaklığı yapmamak için oldukça çaba sarf ediyordum. Pek başarılı olduğum da söylenemezdi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
blonde & brunette [hyunin]
Fiksi PenggemarHwang Hyunjae ve Hwang Hyunjin; bu iki isim Los Angeles'ta yaşayanların aklına kazınacaktı. twinhyunjin! [hwang hyunjin x yang jeongin]