A Romeo & Juliet Story

8 3 10
                                    

"Baş ağrısı!.." diye mırıldandı, alnını sıvazlarken. "Bu Türklerin hepsi birer baş ağrısı!"

"Bir tas su getireyim istersen." Genç kız ayaklanmak üzereyken arkadaşı onun bileğini tuttu. "Lüzumsuz... Teşekkür ederim, Eleni, canım."

Eleni, pembe dudaklarında kibar bir tebessüm ile ona baktı. Ah, çocukluğundan kalma tek sahiciydi o. Giyiminden kuşamına, huylarına kadar değişmemişti. O zamanlar da severdi al esvapları, koyu saçlarını kıvırırdı ve tüylü bir şapka başından eksik olmazdı. 

Ancak izdivacı gerçekleştiğinden bu yana pek bir keyifsizdi. Şu meymenetsiz simaya bak, derdi, Türk'tür kesin! Arkadaşının kötü niyetli olmadığını bilirdi ama Eleni, laf etmezdi ona. 

"Ancak deme öyle, asırlardır yoldaşlarımız onlar bizim."

Yelpazesini salladı yüzüne. "Senin ne gayeyle bu cümleleri kurduğunu iyi bilirim ben."

Kaşlarını kaldırdı. Ah, pek huysuzdu bugün! "Neymiş o?"

"İdadili Türk söyletir bunları sana!"

Eleni'nin gözleri ardına kadar açıldı. "Sesini alçalt!" diye ciyakladı. "Babam duyarsa öldürür beni!"

"Aman, sustum." İç çekti. 

Genç kız, bukle bukle sarı saçlarını sırtının ardına iteledi. Demir, çiçek işlemeli ayakların yükselip cam tabakada durduğu iki kişilik küçük masanın üzerindeki mavi fincanı kulpundan kavradı. Buharı tüten kahvenin kokusu içine çekti, fincanı dudaklarına götürdü.

"Ah, seninki geliyor yine..."

Sert aromalı kahve, bir telaş öksürüğüyle ağzının her yanını yaktı. "Yüce Meryem!.." diye mırıldandı. Alelacele fincanı bıraktı, elbisesini düzeltti, saçlarını parmaklarıyla taradı.

Sokağın ağzında onu gördü. Midesi hareketlendi.

Arkadaşı, dudağının kenarındaki gülümsemeyi yelpazesiyle saklamaya çalışıyordu. "Bu ne hâl, Eleni'm? Mübalağaya ne gerek vardı?"

Geliyordu, bir komutan edasıyla emin adımlarla yürüyordu. Nefesi kesildi, ona bakmamalıydı o hâlde... Olur mu öyle şey? Denizler kadar mavi o gözlere bakmadan durabilir miydi hiç? 

Bir türkü mırıldanıyordu İdadili: Manastır'ın ortasında var bir çeşme, canım çeşme... Sanki o anı bekliyormuşçasına, sabırsızca kafasını kaldırdı. İşte o an Eleni, uçsuz bucaksız deryalara yelken açtı. Altın başak tarlalarından geçti, kar tepelerde gezindi. Bir çift pırıltı, bir içten gülümsemeye aşık oldu... Gözlerini ondan ayırmadı; azı kulaklarında, onu seyretmeye devam etti.

Delikanlı, özenle adımlarını yavaşlatmıştı sanki. Bilerek, isteyerek... Sırf, karşısındaki güzeli bir müddet daha seyredebilmek için...

Ancak o büyülü an, sonsuza dek süremezdi. En sonunda ayrıldılar ve İdadili gözden kayboldu.

Kadife elbisesinin askılarını düzeltirken sordu arkadaşı. "Ne yakışıklıdır, maalesef ki Türk'tür... İsmi ne demiştin?"

Eleni, kızarmış yanakları ve pembe alemi arasından anca konuşabildi. "Kemal, Kemal'im..." dedi. "Selanik'li Mustafa Kemal."

° ° °

Gerçek bir hikayeden, Eleni Karinte ve Mustafa Kemal'in (Atatürk) imkansız aşkından esinlenilmiştir.

03.12.23

~Deniz

Deniz'in Taslak DefteriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin