7. Hiçlik

5.1K 320 34
                                    


***

Gözlerim istemsiz şekilde yavaşça aralandığında perdesi açık camımdan yüzüme vuran güneşle kaşlarımı çattım. Güneşten nefret ediyorum. Gündüzlerden de öyle. Yazdan da, iyiki şuan yaz ayında değildik, hiç çekilmezdi. Ben ne seviyorum diye düşünmeden edemiyordum artık. Zira sevmediğim şeyler gün geçtikçe artarken, sevdiğim şeyler azalıyordu. Oysa dengeyi korumak gerekmiyor muydu?

Üstümdeki beyaz yatak örtüsünü elimle diğer uca çektiğimde yatağımdan kalktım. Başımın dönmesi ile elimi şakaklarıma getirip ovmaya başladım. Dün gece çok içmiş olmalıydım, zaten hiç birşey hatırlamıyordum. Birde baş dönmesi çekiyordum. Umarım kendimi rezil edicek bir davranışta bulunmamıştım. Odamdan çıkıp banyayo girdiğimde hızlıca üstümdekilerden kurtulup duşa girdim. Hızlı bir duştan sonra bornozumu üstüme geçirdim. Odama girdiğimde dolabımdan kendime siyah mini etek ve boğazlı kazak seçmiştim. İç çamaşırlarımdan sonra hızlıca kıyafetlerimi giydim, ayağıma çorap geçirmeyi ihmal de etmemiştim. Çorap herşeydir, kamu spotu!

Makyaj masama geçtiğimde biraz kapatıcı,rimel, allık ve ruj sürmüştüm. Çok güzel abartı bir makyaj olmamıştı. Hızlıca masamdan kalkıp etrafıma baktığımda odanın berbat olduğu kanaatindeydim. Dün gece giymiş olduğum elbisem çantam telefonum herşey tekli koltuğun üstündeydi. Yatak dağınıktı, makyaj masası berbattı. Dağınıklığı hiç sevmezdim.

Hızlıca kirlilerimi kirli sepetine atıp odayı hızlıca topladım. Sonunda telefonumu ve kahvemi elime aldığımda kendimi mutfak masasına bırakabilmiştim. Telefon rehberime girdiğimde iki cevapsız çağrı bulmuştum. Bir tanesi Selin'den, diğeri babamdandı. Numarası kayıtlı değildi fakat ezberimdeydi. Numarasını bile kaydetmediğin babanın araması koyuyor dimi Seren? Hemde çok. Babamın numarasına geri dönerek aradım. Bir kaç çalıştan sonra açılan telefon ile duraksadım. Bu hesapta yoktu açmasaydı iyiydi.
Beş saniye kadar süren sessizliğin ardından babamın tok sesi gelmişti. "Annen," diyebilmişti. Annem? Nolmuştu anneme? Hayır, hayır ona birşey olmamıştı değil mi?

"Noldu anneme? Naptın anneme baba?" Korkuyordum.

"Öldü," sesindeki duygusuzluk bile herşeyi açıklıyordu. Boğazım acımaya, ellerim karıncalanmaya başlandığında telefonu daha fazla elimde tutamadım. Telefon saniyeler içerisinde yere düştüğünde düşme sesi beni kendime getirmişti. Hayır, hayır yalan söylüyor. Ölmez, ölemez yapmaz ki kıyamaz o bana. Canım acıyordu, her şekilde yok olduğumu hissediyordum. Eziliyordum bu yükün altında. Anne, hani sonsuza dek vardın? Yoksun anne. Kalbin atmıyor, nefes almıyorsun anne. Bu koskoca dünyada bir sana hiç birşey sığdıramadık anne. Ben şimdi sadece annemi değil ilk aşkımı da kaybetmiştim.

Anneme uzun bir süre önce akciğer kanseri teşhisi konmuştu fakat bunu çok geç farketmiştik. Sürekli verdiği kilo kayıpları ile zaten çökmüştü, geçenlerde oraya gittiğimde de bazı şeylerin farkındaydım fakat kendi içimde her şeyi diretmiştim. Hemde çok fazla. O iyi olacak tedavi bitince herşey güzel olucak demiştim. Olmamıştı. Annem öldü. Aşık olduğum kadın öldü. Yaşama sevincim, mutluluğum herşeyim öldü. Annem nefes almıyordu artık, ama bende sadece nefes alıyordum. Sadece nefes alıyordum artık. Benim yıkımım buydu. Korktuğum yıkımım şimdi gerçekleşmişti.

Ağlamadım, bir damla yaş bile düşmedi. Çünkü sözüm vardı anneme. Ankara'ya gittiğim zaman verdiğim bir söz.

"Seren'im yavrum gücüm kalmadı artık sende görüyorsun," diye girmişti annem söze. Bakışlarımı önümdeki kaktüsten çevirip annemin mavi gözlerine baktığımda çok şey görüyordum. Fakat canlı, parıldayan gözler yoktu. Annem yavaş yavaş ölüme doğru gidiyordu. Kabullenmek istemediğim birşeydi bu. Fakat kabullenmek zorunda olduğum.

Ruhlardaki İzler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin