26. bölüm

878 58 41
                                    

Araz'dan

Nedir bu kalbimle alıp veremediğim, neden bu kadar acıyordu. Ben böyle biri değildim ki, ne olmuştu da  bu kadar acıyordu? Düşmanlarım  bile beni yıkmaya gücü yetmezken tek bir söz beni yerlere sermişdi. Ellerim titriyor, boğazım düğümleniyordu. Ben böyle biri değildim. Ellerim titremezdi benim, kalbim sızlamadı,  gözlerim dolmazdı. Şimdi ne oldu da  ben bu haldeydim.

Umay gözümün önünden gitmiyordu. Gözümü kapatıyorum Umay, açıyorum Umay!. Neden her yanımda sen varsın, neden seni hep görmek istiyordum. Beni bu kadar yormaya hakkı yoktu onun. Kalp acısı denen bu muydu? İnsanları yakıp sovuran ama öldürmeyen kalp acısı denen şey bu muydu?

Diğer insanlardan farklıydım ben. kimseyi sevemiyordum, kimseye bağlanamıyordum. Ben karanlıktım, o ise aydınlık. Her yanım siyahtı benim, nefesim bile bir cana kıyarken nasıl normal bir insan olabilirdim ki. Her an öldürme arzusuyla yanan bir beyne sahiptim. Kan, dehşet hep hayatımda vardı. Bir kere bulaşmıştım bu pisliğe geri dönüşü yoktu artık. Ya ileri gidecektim ya da yok olacaktım.  Ben ise ileri gitmeyi seçmiştim.

Anlamıştım artık normal insan olamayacağımı, bir kere kan bulaşmıştı elime, izi kolay kolay silinmezdi. Karanlık evim olmuştu sanki, fazla ışık gözümü kamaştırırdı. Güneşten nefret ederdim çünkü Dünya'nın pisliklerini ortaya çıkarırdı. Bu yüzden hep karanlıktı odam, insanlara pek katlanamıyordum. 

Cana kıymak kolaydır ama tekrar yaşatmak zor. Bilmiyorum belki sevgisizlik belki de yalnızlık beni bu hala getirdi. Gözüm karadır benim aydınlık göremezsiniz. Bir kadına da yer yoktur hayatımda, yapamazdım da zaten sevemezdim, değer  veremezdim. Bu yüzden Umay'ın gitmesine izin vermiştim. Bizden olmazdı. Ona bağlanmak istemiyordum ama onu da bırakmak istemiyordum.

İlk defa bu kadar derin bir çıkmaza girmiştim. Bıraksam ayrı dert bırakmasam ayrı dertdi. Bu gece uzun ve zorlu olacaktı. Yine sabaha kadar içmek istiyordum. Kafamda cevaplanması gereken çok soru vardı. bunu ayık kafa ile cevaplayamazdım. Yola koyuldum,  nereye gideceğimi dert etmeden öylece sürüyordum. Artık sinirli bile değildim,hiç bir şey hissetmiyordum. Öylece yolu izliyor, zamanın geçmesini bekliyordum.

Nasıl geldim  bilmiyorum ama yine o sahile gelmiştim. Sanırım başka gidecek yerim de yoktu. Elimdeki içki şişesini alıp sahile doğru yürüdüm. Sahilde oturan yaşlı adamı gözümle inceliyordum. Yavaş yavaş ilerlerken dalgaların sesi kulağıma değip geçiyordu. Rüzgardan dalgalanan deniz, martıların sesleri kulağıma dolarken ona doğru ilerledim. Gidip yanına oturunca benim geldiğimi anlamış olacak ki

"Hangi rüzgar attı seni buraya?"

Dedi. Ona doğru baktığımda yüzü yine kir içindeydi. Bu sefer kıyafetleri değişmişti. Beyaz ama kir içindeki kazağını mavi işçi hırkası kapatıyordu. Gözlerinin mavisi denizi izlerken yüzünü inceledim. Saçları iyice beyazlamış, sakalları uzamıştı. Yüzünün kırışıklıkları her yanını sararken hala cam mavisi gözleri parlıyordu. Bana doğru dönünce gülümsedi. Yüzümü buluşturacak önüme döndüm. bu adam hep böyle gülüyor mu?

Denizin hırçınlaşan dalgalarını izliyordum. Derin nefesler alırken yaşlı adama tekrar döndüm, o da bana bakıyordu. Mavi gözleri yüzümde oyalanırken "kalp yarası mı?" Dedi. Anlamaz bakışlarla ona baktım "anlamadım" dediğimde başı ile beni gösterdi "berbat durumdasın" dediğinde yüzümü tekrar buruşturdum. Haklıydı, biraz dağıtmıştım. Elimde ki içki şişesini açıp kafama götürürken huysuzlanan sesini duydum. "Madem evime geldin, karşılığında bana da bir şey vermen gerekiyor" dediğinde içkilere bakıyordu. İster istemez gülerken bunu tahmin ettiğim için yedekde bir tane daha almıştım.

KATİLİM SENSİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin