-18- Sırlar

157 20 4
                                    

Yine bir hastane klasiği.

Kabus görmeden uyanmak aslında bir bakıma güzeldi. Kabuslarımda, hayatın acı yönünü görüyordum. Bunun yerine tavandaki kare lambayı, yanı başımdaki adını bilmediğim aleti görmeyi ve yine nefret duygusunu içimde hissetirecek o kokuyu içime çekmeyi yeğlerdim. Uyandığımda ilk beş dakika, kendime gelme evremdi herhalde.

Acılarımı biriktirip kağıttan bir gemi yapsam, suda yüzdürmekten korkardım ben. Batmasından korkardım, annem öldükten sonra çektiklerim benim gibi bir kıza bile ağır geliyorsa, su onu nasıl taşıyabilirdi ki?

Taşıyordu işte. Sandığım kadar güçlü biri olmadığım kafama dank edeli belki saniyeler oluyordu. Ama hayatın acı yönü karşısında ezilmiş pasifliğimi, babamın kaçtığını sanarak verdiğim evden gitme kararıyla çok önceden görmüştüm.

Annemin kişiliğini tam olarak hatırlamasam da aklıma onunla geçirdiğimiz günlerin kareleri yansıyordu. Annem güçlü bir kadındı, en azından babam gibi paragöz birine katlanabilmesi için güçlü olmak gerekirdi. Oysa ben... Kendimi bazen Aras'ın yanında, güvenli ve huzurlu bir şekilde uyurken buluyordum, bazen kendimi ağlarken yakalıyordum, bazense eski günlerimi düşünürken. Karman çorman bir hayatım vardı benim. Şimdi de peşime takılıp kendilerini bir zincirle kilitleyen bela ordusundan kurtulmaya çalışıyordum. Ve en kötüsü de bunları bir bakımdan tek başıma yapıyordum.

Aslında 20 yaşında yalnız kalan bir kız en kötüsü için neydi biliyor musunuz? 4 yıl önce annesinin ölümü hakkında bildiği gerçeklerin aslında birer yalandan ibaret olduğuydu. Önümde koca bir kördüğüm vardı sanki. 4 yıl boyunca çözmek gerekipte ertelediğim onca gerçek, birleşip bir yumak oluşturmuştu. Ve şimdi onu çözmek, güç istiyordu. Evet, ben sandığım kadar güçlü değildim. Sinirli yapımın altında güçsüz ve duygusal bir insan yatıyordu. Önce o güçsüz insanı öldürmem gerekiyordu çünkü daha önümde uzun bir yol vardı.

Dışarıdan gelen tıkırtıyla açık olan gözlerimi kıpraştırdım. Gözlerimin üstüne sanki tonlarca ağırlığında bir şey bırakmışlardı, ağır hareket ettiriyordum. Yutkundum ve koluma bağlı olan serumu sertçe çekip attım. İki saattir tavanla bakışıp geçmiş ile geleceği düşünmekten usanmıştım.

Yavaş hareketlerle kapıya yöneldim. Kulpunu aşağı indirirken kapı yumuşak bir sesle açılmıştı. Kapının açılmasıyla Aras ve doktoru konuşurken gördüm ve az bir aralık kalacak biçimde geri kapadım. Sesleri az da olsa kulağıma geliyordu.

''Bundan sonra ne yapmamız gerek Haluk Bey? Bana onu söyleyin.'' dedi Aras. Daha net duyabilmek için nefes alışverişlerimi en az seviyeye indirmeye çalıştım.

''Şimdilik risk taşıyıp taşımadığı kesin değil. Ama öncelikle bu konuda telaşlanmamanızı öneririm. Gerekli tedavileri, kendisi isterse uygulayabiliriz. Ve bunun sonuçlarına göre size risk oranı ile ilgili bilgiler vermem daha netleşir.'' dedi doktor üniformalı Haluk Bey.

''Tedavi derken?''

''Bu tür hastalıklar için, ekokardiyografi, elektro fizyolojik testler uygulayabiliyoruz. Bunlar, kalp ritmini belirleyen tedaviler.''

Derin bir nefes alıp geri verdim. Dikiş yaram açılmıştı ve buraya bunun için geldik sanıyordum. Ne saçmalıyorlardı bunlar?

''Birde bundan sonra çok daha dikkatli olmanız lazım, olası herhangi bir duruma karşı.''

Ben gözlerimi devirip doktorun fazlaca saçma bulduğum tavsiyelerine iç çekerken Aras sessiz duruyordu.

''Mesela... Ecmel Hanım sigara içiyor muydu?'' diye sorunca Haluk Bey, Aras birden afalladı. Arkası bana dönük olduğu için yüz ifadesini görememiştim ancak elini çenesine götürüp düşünmeye başladığını anlamıştım. O sırada aklıma bir görüntü geldi. Koray ile ilk tanıştığımız gün, o depoda, bana sigara uzatmıştı. Ben daha cevap vermeden Aras arkadaşının elindeki paketi yere fırlatmış ve, ''Kendin gibi çevrendekileri de zehirleme dostum.'' diye çıkışmıştı. Yani içmediğimi biliyordu ya da içmemi istemiyordu. Belki ikiside.

KARARSIZ #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin