Yorumlarınızı eksik etmeyiniz bebek tanelerimm, iyi okumalar!
Bölüm 26: Kâbus Çıkmazı
Zaman bir kumsa ben de altında kalan o ölü bedendim.
Zamanla bir şeyler düzelir demiştim, zamanla bana olan nefretler diner, hayata olan öfkeleri biter zannetmiştim. Oysaki insanlar bir kurban seçmeyi çok severdi. Özellikle bir de kırık cam teorisi tamamen üzerimde hâkimken bunlar son bulmayacak gibi geliyordu. Biri ilk kurşunu atmış sonrasında da bu nefret hiçbir sebep yokken artarak çoğalmıştı. Fakat bir gün bu dünyadan göçüp gitsem yapmamış gibi davranıp benim arkamdan başkalarına ahlâk bekçiliği yapacak kişiler de yine onlardı.
Üzerime gelen oğlan da başta benden iliklerine kadar nefret eden, şimdiyse saplantı hâline getiren birisiydi. Can havliyle ondan kurtulmak istiyordum. Kaçmak, kurtulmak ve hatta ona zarar vermeyi diliyordum. Birini ilk kez bu denli öldürme hissiyle kalbim çarpıyordu. Fakat beynim onu bir avcı, beni ise bir av olarak kendince çoktan kodlamıştı. Ayaklarım yere çivilenmiş edasıyla sımsıkı yere basarken kaçamıyordum. Bırakın kaçmayı bir adım geriye adım atmaya güç bile bulamıyordum kendimde.
"Tik tak, tik tak, tik tak..." Durmadan aynı şeyi tekrarlarken dudaklarında şeytani bir kıvrım, gözlerindeyse deli bir ışık parlıyordu. Durmayacaktı, onu bu defa kimse durduramayacaktı. "Uzak dur benden! Gelme!" Çığlığım odada yankı bulsa da onun daha çok gülmesine sebep olmuştu. Bir adım atabilsem her şey hallolacaktı ama buna gücüm yoktu, yapamıyordum.
"Zamanın sonuna geldik Bera, artık avuçlarımın içindesin." Az evvel arkamda olmadığından emin olduğum yatağın belirmesiyle ben de onun üzerine devrilmiştim. Bir an olsun gecikmeden üzerime kapanmış ve tıpkı o günkü gibi dudaklarını boynuma yaslamıştı. Aynı karanlık hisler göğsümde uyanışa geçiyor ve aynı gözümü kapatan siyah perdeyle içimdeki şeytan uyanışa geçiyordu.
Elim boşlukta savrulurken çarptığı vazoya sıkıca tutunmuştu. Göğsüm ve nefesim eş zamanlı titrerken tuttuğum vazoyu defalarca kez kafasına geçirmeye başlamıştım. Bilincinin kapandığını anladığım vakitse kenara itelemiş ve kafasından kanlar akmasına rağmen vazo, parçalara ayrılana kadar vurmaya devam etmiştim.
Elime sıçramış kanlara bakarken yüzümden yaşlar aksa da ben donmuş bir vaziyetteydim. İçim soğmuyordu, soğmayacaktı da! Tekrardan bakışlarımı kanlı bedene çevirmişken gözleri bir anda aralanmış ve "benden öyle kolay kurtulamazsın!" deyip gülmeye başlamıştı.
Avaz avaz çığlıklar genzimden kaçtığı vakit kulaklarımı parçalamak istercesine onun sesini duymamak adına ellerimi kapatmış o esnada da gözlerim aralanmıştı kocaman. Kâbusun etkisiyle nefesim gürültülü bir şekilde duyulurken boğuluyor gibi hissediyordum. Beni taciz ettiği o günden sonra sürekli kâbus görüyor ve ağlıyordum. O çıkmazı, kurtulamama hissini her gün iliklerime kadar hissetmekse beni sona götürüyordu. Fakat sonra Asef'in varlığı bunu aşmama vesile olmuştu. Bir şekilde o kara kâbuslardan kurtulmuş ve yoluma bakmanın çaresini bulmuştum. Ta ki tekrardan ortaya çıktığı o güne kadar...
Zaman daralıyordu ve onun köşelerden pis bakışlarına her gün denk düştükçe daha da panik kaplamıştı her yanımı. Asef'e söylemek ve en çabuk yoldan kurtulmak istiyor, yine de uğrumda yanmasından korkuyordum. O ise bir sorunun olduğunu anlamıştı bile. Zorlamıyor ve anlatmamı bekliyordu yalnızca. Bu esnada ise birlikte yatıyor, birbirimizi sıkı sıkıya sarıyor ve birbirimize sığınıyorduk. Ufacık rahatlıyorsam bile sebebi oydu.
Şimdi yine kollarının arasından nefes nefese uyanmış ve oturur konuma gelmişken onun da hassas olan uykusu hemen bölünmüştü. Kısık gözlerinin ardından uykulu bir şekilde bana bakarken o da gecikmeden oturur hâle gelmişti. İşte bu tarz olaylar bile kendimi geriye çekmeme ve onu özgür kılmak istememe sebep oluyordu.