Yorumlarınız beni çok mutlu ediyor 🫶🫶 bu bölümde bol bol yorumlarınızı bekliyorumm
Bölüm 5: Yol ve Işık
Gece, güne çıkmış; yıldızlar yerini seher vaktine bırakmıştı ve o sabahın ilk ışıklarında Asef, Bera'yı bulmuştu. Sabah ezanından bir saat sonra evine getirdiği oğlan, o saatten beridir uyuyordu. Asef normalde gitmeyecek ve başında duracakken Bera'dan hiçbir şey öğrenemediği için ortam yoklamaya üniversiteye gidecekti. Sabah ki dersleri çoktan kaçırmıştı, öğleden sonrasına da girmeyi düşünmüyordu. Çarçabuk bir şeyler öğrenip eve dönmekti niyeti.
Yerinde huzursuzca yatan oğlana saatlerce olduğu gibi yine gözlerini dikmişti. Gözlerini hiç çekmiş miydi, orası da meçhûldü. Yattığı yerde huzursuzca hareketlenince beli açığa çıkmıştı. İstemsizce gözleri oraya kaydığında gözüne çarpan şeyle yerinde dik konuma geldi. Belinde morarmaya mesken tutmuş bir iz vardı. Yumruk izi dese değil, çarpma izi dese hiç değildi. Biri orayı sanki var gücüyle sıkmıştı. Gözleri kararırken kendine hâkim olmak niyetiyle ayaklandı.
Derin derin nefesler alırken karşısındaki oğlana yaklaştı. Uykusunun hafif olduğunu düşündüğü çocuk ilk defa derin bir uykunun içerisindeydi. Çünkü ilk kez kendini güvende hissediyordu. Battaniyeyi üzerine çektikten sonra uzaklaştı.
Çekingen çocuktan anladığı üzere önüne sunulanı bile almaya utanırken o yokken yemek yemeyeceğini idrak etmişti. Bu yüzden hızlıca kahvaltılık bir şeyler masaya hazırladı. İhtiyaç duyabileceği şeyleri de göz önüne çıkardı. Ardından odasından merhemleri çıkarıp masanın üstüne koydu. Yaralarını kendi hâline bırakmak doğru olmazdı. Kim bilir ne çok canı yanıyordu da gıkı çıkmıyordu. Masadaki kâğıt parçasına da not bıraktı.
'Ben birkaç saatliğine okula gidip geliyorum, endişe etme. Masadaki merhemleri sürmemezlik de etme. Mutfakta senin için kahvaltı hazırladım, geldiğimde bitmiş olsun. Evin içinde de çekingenlik yapma, evinde gibi rahat ol. Her şeyi dilediğin gibi kullan. -Asef'
Bunları bilhassa söylemezse yapmayacağını gözlerinde ve hareketlerinde net bir biçimde görmüştü. Ömrünce böyle nahif ve çekingen biri görmemişti. Ufak çocuklar bile kendini bu konularda daha net belli ediyordu. Ona ne yaşatılmıştı da böyle olmuştu diye merakla doluyordu. Hiç kimse bu kadar sessiz ve çekingen olamazdı. Kafasına vurup ekmeğini alsalar sesi çıkmıyordu. Gücü sessize yetenlere de vakit doğuyor, dilediğince davranıyorlardı. Onu böyle kolu kanadı kırık bir kuş gibi bırakmaya gönlü el vermiyordu. Gerekirse ömrünce onu korur yine de bundan vazgeçmezdi. Bir sebebe oturtmuyordu olanları. Yapmak istiyor ve yapıyordu sadece. Niyet sorgulamasına düşecek hâli yoktu. Çünkü bunun dibinde çıkacak şey onu bile korkutuyordu.
Düşüne düşüne yürümüş ve yolları aşmıştı. Esen rüzgâra rağmen bahçede hâlâ insanlar geziniyordu. Hararetli konuşmalar, şen kahkahalar, gür sesler, dönemin yeni çıkan şarkılarını söyleyenler... Herkesten, her şeyden, her hâlden insanlarla doluydu üniversite denilen yer.
Sıra sıra fakülteleri aşmış ve diş hekimliği fakültesinin orada durmuştu. Solcu tayfasından ya da buradaki yakın çevresinden birini arıyordu gözleri. Çok geçmeden de buradan sahiden de yakın olduğu arkadaşı hızla yanına ulaşmıştı. Bir yerde Asef'in haberci kuşuydu Mete. Her haber ondan duyulurdu. Gazetecilik okumanın hakkını bizzat veren biriydi. Solcuların altın çocuğuydu.
"Sabah göremedim seni, iyi misin Başkan?" O başkanlığı başkasına verse de insanlar bunu inatla reddediyordu. Yine ilk danışılan, ilk peşinden koşulan, ilk sözü ondan bekleyenlerle doluydu etraf. Yerini devrettiği Murat bile çoğu zaman onun ağzına bakar ve çıkacak sözü beklerdi. Bu onu egosal anlamda tatmin etse de bir yerde bu durumdan da uzaklaşmak istiyordu.