Aşklarım sizi biliyor olmak bana büyük zevk veriyor gerçekten. Yorumlardan, beğenilerden, panodan sizi hemen tanıyorum. Bana mesaj atmanız bile çok şeker. Az çok hepinize hâkim oldum bile ama daha çok belli edin kendinizi lütfen, sizinle iletişim hâlinde olmaya bayılıyorum 💜💜
Bölüm 20: Baldan Oğlan
Asef'ten:
Bir şeyi biliyor olmak, o şeye isim vermemize yetmiyordu zannımca. Bal oğlanımın teni, tenime iyiden iyiye karışmış, kokumuz karışacak kadar bir bütün olmuştuk. Ona dokunmadan artık yapamaz olmuştum. Onu görmediğim vakitler içim ürpermeye başlamıştı. Biliyordum ki onun da benden farklı bir yanı yoktu. Onun da bana bakarken göz bebeği titriyor, çipil çipil bakıyordu. Hem arsızca ona dokunmamı istiyor hem de utangaç bir şekilde gözlerini süzüyordu. Ona dokunmamı seviyor ve elimi ya da ilgimi üzerinden çektiğimde huysuz bir çocuk gibi kaş çatıyor, dudak büzüyordu. Ufak adımlarla yanıma yaklaşıyor ve benimle ilgilenmeyecek misin, beni sevmiyor musun artık, diyordu. Bunun sebebini anlayabiliyordum. İlgi budalası dediğimiz tiplerden asla değildi. Onun tek derdi gerçekten sevilmekti. Ömrünce sevilmeyi ona öyle hissettirmemişlerdi ki sadece sahici bir sevgi görmek istiyordu. Ben onu seviyordum, onu hep sevecektim ve sevgimi göstermekten de hiç gocunmayacaktım. O bununla mutlu oluyorsa bilhassa bunun üstüne düşecektim. Çünkü onun yeşil harelerindeki ışıltı için yapamayacağım hiçbir şey yoktu.
Günler geçtikçe bizim aramızdaki bağ da kuvvetleniyordu. Birbirimizden birkaç saat bile ayrı olmanın yangını içimizde başlıyordu. Onu daha da iyi tanıyor ve gözlemliyordum. Travmalarını asla atlatmış değildi, sadece bu rol yapma işine fazla alışmıştı. Gündüzleri çipil çipil bakıyor ve dudaklarını dişleyerek kıkırdarken geceleri sayıklayarak uykusunda ağlıyordu. Belki uyandığında hatırlamıyordu ama ben içli içli ağladığı o anları gözümün önünden silip atamıyordum.
Öyle bir görüntüsü oluyordu ki kalbimi alıp parçalara ayırsalar böyle canım yanar mıydı, bilmiyordum. Dudaklarını aşağıya doğru büküyor, silik kaşları çatılıyor, uykusu arasında mırıldanıyor, hatta acı acı inliyordu. İçli nefes seslerini ve hafif burnunu çekişlerini öylece hipnoz olmuş gibi geceler boyu izlerdim. Uyandırmak gelse de içimden bunu yapmıyordum. Çünkü kendine bir koruma mekanizması oluşturmuştu ve bunu bozmak benim haddime değildi. Gündüzleri gülüyor ve geceleri de acılarını uykularında ağlayarak dışarı atıyordu. Bununla kendini iyi hissediyorsa bana da düşen görev sadece geceler boyu onu sakinleştirmekti. Ömrümün sonuna kadar da bundan zerre miskal gocunmazdım. Diyordum ya, gözündeki bir ışıltıya ömrüm fedaydı!
Şimdi bir masa önümde tek başına oturmuş ve ders çalışan Bera'yı izliyordum. Bahar bugün halsiz olduğu için gelmemişti. Ona defalarca kez yanıma gel desem de gelmemişti. Ben yanına gitmek istediğimde de bahanelerle kaçıyordu. Hâlâ diğerlerinin bana bir şey yapacağını düşünüyordu içten içe. Ona kızmıyordum, hatta onu çok iyi anlıyordum. Yıllarca onlardan çekmiş biri olarak bunun olacağını düşünüyordu. Bir kişinin onca kişiyle baş edemeyeceğini düşünüyordu. Haklıydı belki de ama savaşmadan bilemezdim. Dün öfkeyle bakan adamlar bile bugün oturduğum masaya yine paşalar gibi gelirken benim hiçbir zaman kaybetmeyeceğim ortadaydı. Zaten onların etrafımdan gitmesi benim için bir kayıp da değildi esasen.
Yıllarca ona ellerimi değdirmediğim için kendime çokça kızgınken şimdi nasıl ellerimi onun üzerinden çekebilirdim ki? Ben başkanken onu kollarımın arasına aldığım vakit daha çok canı yanar diye düşünmüştüm. Benden sinirini çıkaramayan ona sarar sanmıştım. Yanılmıyordum, en ufak şeyde olacak olan da buydu. Fakat zaten çokça canı yanarken daha fazla uzaktan izleyemez hâle gelmiştim. Onu içli içli ağlarken görürken ardıma bakmadan kaçamamıştım. Zaten ondan kaçmak, en çok da ona tutunmaktı...