Bölüm 4: Kurtarıcı Işık
Kuru ayazda seri adımlarla yürüyordu genç oğlan. Koyu saçları rüzgârda hareketlenirken gözleri de kısıktı. Sabah ezanıyla birlikte camiye doğru seri adımlarla yürüyordu. Bazenleri içindeki karanlığa dayanamaz kendini Allah'a adardı. Dualar eder, namazlar kılardı. Dışarıdan bakan herkes için günahkâr olarak görünse de içten görünenin ötesindeydi. Belki doğru insan figürü değildi, bilmiyordu; ama kendince doğru olmaya çalışıyordu. Yanlışları boldu ya da noksanları çoktu. Bazen savunduğu bir görüş bazense dövmeli görüntüsü bile onu dinden uzaklaştırıyordu ama ruhani olarak bu uzaklaşma asla gerçekleşmiyordu. En kötü adam bile sığınacak bir güç aramaz mıydı zaten? En kötüsü müydü bilmiyordu ama güvendiği bir ilahi gücün olduğu aşikârdı.
Ellerini deri ceketinin cebinden çıkarmış ve caminin bahçesine giriş yapmıştı. Ayakkabılarını kenara koyarken gözüne başka bir ayakkabı çarpsa da aldırmayıp içeriye girdi. Işıklar açıktı ve her daim olduğu gibi güzel bir görüntü vardı. Bakınca bile içi titriyordu, huzurla çarpıyordu.
Duvarın kenarında kendini iki büklüm ederek uyuyan oğlandan habersiz ortada bir yerde namazını kılmış, duasını etmiş ve ayaklanmıştı. Arkasına döndüğü an yüzü kolları arasına gizlenmiş sarı saçları görmüştü. Altın gibi ışıl ışıl parlıyordu. Yumuşacık olduğu uzaktan bile kendini belli ediyordu. İpekti, ipek!
Asef bu saçları nerede görse tanırdı, yüzüne bakmasına gerek bile yoktu. İçinde yayılan karanlık hisle uyuyan oğlana yaklaştı. Bir duyum almıştı ama bunun sahibinin Bera olduğunu düşünmemişti. Dün akşama doğru bir kavganın çıktığını ve birinin yurttan atıldığını ama kendi ayrılmış imajı çizildiğini hemen solcu tayfası ona iletmiş olsa da kim olduğu bilinmiyordu. O odada olan insanlar ve birkaç gören kişi hariç olaya herkes yabancıydı. Asef, bu kişinin Bera olduğunu kırk yıl düşünse yine aklına getiremezdi. Kim düşünebilirdi ki onca zorbalığa uğrarken sesi çıkmayan bir çocuğun kavga ederek yurttan atıldığını? İmkânsızdı herkesin gözünde. İşte bu yüzden daha da meraklanmış ve telaşlanmıştı. Ne yapmışlardı da bu çocuk çıldıracak hâle gelmişti?
Dizleri üstünde yere çöktü. Eli sarı tutamlara değdiği an Bera sıçrayarak kafasını kaldırdı. Uykusu hassasken daha da beter hâle gelmişti. Ona sahiden de bir gençlik borçlulardı. Bu denli korku içerisinde yaşamayı kimse hak etmezdi. Özellikle de suçsuz ve günâhsız biri hiç hak etmezdi.
"Ne yapıyorsun burada çocuk?" Sesi uysaldı Asef'in. "Ben dua ederken uyuyakalmışım... Asıl sen ne arıyorsun?" Sesi huysuz bir çocuğun ses tonuyla aynıydı. Bir yandan da yumruk yaptığı elleriyle gözünü ovuşturuyordu. Asef'in içtenlikle dudağının kenarı kıvrılmıştı. "Niye, gelemez miyim buraya? Ben de dua edip namaz kılmaya geldim." Bera'yı daha fazla konuşturmaya çalışıyordu. Oturduğu yerden karşısındaki oğlana baktı Bera. "Ama sen solcusun? Hem dövmelerin de var." Bu çocuksu sese gülmemek için kendini sıktı Asef.
"Ne olmuş solcuysam? O kadar okuyan insansın yoksa sen de mi sığ görüşlüsün?" Bera o an mahcup bir tavırla gözlerini kaçırmıştı. "Yok, üzgünüm. Ben iki görüşü de savunmuyorum ama kalıplaşmış algılardan ötürü böyle düşünüyorum galiba, hiç farkında bile değildim bu zamana kadar." Sesindeki üzgün tınıyı en ufak zerresine kadar hissetmişti Asef. Bazen karşısında duran bu oğlanın bir melek kadar masum olduğunu düşünüyordu.
"Bir solcu namaz da kılabilir, dua da edebilir; tıpkı bir sağcının bunları yapmayacağı gibi. Her sağcı dindar değil, her solcu da dinsiz. İnsan kendinden sorumludur, topluluğa ayak uydurmak zorunda değildir. Bir şeyi herkes yapıyor diye yanlış olsa da yapmak mantık çerçevesine uygun değildir. Topluluklardan ziyade kişi bazında bakabilirsin olaylara." Bu saatte ona akıl vermek olmasa da niyeti fikrini beyan etmeden de duramamıştı.