Uğruna öleceği şeyler olmalı insanın. Ve bu uğruna öleceği şeyler için yaşamalı. Yaşamalı ve savaşmalı... Yaşamalı ve can alıp, gerekirse gözünü kırpmadan can vermeli. Zehra Üsteğmen'de uğruna öleceği şeyler adına yaşamış, can almış ve şimdi de gözünü kırpmadan can vermişti. Zehra Üsteğmen gözünü kırpmadan can veren on binlerce şehitten sadece bir tanesiydi. Ve şehitlerin hakkı ne olursa olsun ödenmezdi.
Gökçe Üsteğmen, Zehra Üsteğmen'in evine giden yolda bunları düşüyordu. Şehit haberini kendisi verecekti. Kızı vardı bir tane. Gülbahar, üç yaşında daha, kim bakacak ona? diye düşünürken sonunda eve vardı. Eşi de şehit olmuştu Zehra Üsteğmen'in, o yüzden annesi Handan Hanım ile beraber yaşıyordu.
Gökçe araba durunca arabadan indi ve kapının önüne geldi. Üç kez kapıyı tıklattı. Kapıyı Zehra Üsteğmen'in babası Yasin Bey açmıştı.
"Kızım hoş geldin, geç şöyle ayakta kalma. Zehra'ya bir şey mi oldu?" dedi. Olanların sadece çok azından haberi vardı çünkü Yasin Bey kalp hastasıydı. Ama yapacak bir şey yoktu. Ölüm bir anda gelirdi... Hiç beklemediğin bir anda...
O sırada arkadan elinde tencereyle Handan Hanım belirdi." Kim gelmiş Yasin? " derken elindeki tencere Gökçe ve yanındaki üniformalı askerleri görünce yere düştü. "Yok... Yok..." diye sayıklamaya başladı.
Sonra Gökçe konuştu. "Zehra Balcı, teröristlerle girdiği çatışmada şehit olmuştur. Başınız sağ olsun." Sesi bir demir kadar sert çıkmıştı ama içindeki yangın sönmek bilmiyordu.
Handan Hanım dizlerinin üstüne düştü. Öyle bir düştü ki sanki zelzele oldu. Tiz bir sesle gökleri yaracak kadar sesli şekilde "Kızım, Zehra'm" diye bağırdı. Yasin Bey duyduğu şeylerle kapıda kalakaldı. Yan odadan Gülbahar çıktı. Gökçe'yi görünce ona doğru koştu.
"Gökçe ablaa hoş geldiinn. Anneannem neden öyle bağırdı? Anneme bir şey mi oldu Gökçe abla?"
Gökçe, üç yaşındaki Gülbahar'ın boyuna indi. "Gülbahar'ım, annen babanın yanına gitti."
"Onlar neredeler Gökçe abla?"
"Cennetteler güzelim. Bizim de gitmek için can attığımız yerdeler. Fakat oraya sadece seçilenler gidebiliyor. Babanla annen seçilmişler."
"O zaman ben de seçilmek istiyorum. Annemle babamın yanına gitmek istiyorum. Sizin gibi asker olursam ben de seçilir miyim?"
"Onu bir tek Allah bilir güzelim." dedi ve ayağa kalktı Gökçe. Üç yaşındaki bir kız çocuğunu hem yetim hem öksüz bırakan terörden bir kez daha nefret etti.
Handan Hanım'ın yanına gitti, hemşire sakinleştiriciyi vurmuştu. Handan Hanım sedirin üstünde baygın halde yatıyordu. Gülbahar'ı da alıp, onun odasına gittiler. Biraz oyun oynadılar fakat Gülbahar sürekli annesini soruyordu ve Gökçe artık ne cevap vereceğini bilemiyordu.
* * *
Sonunda tören günü gelmişti. Al bayrağa sarılı tabutun hemen yanında gözü yaşlı, ağlamaktan mahvolmuş Handan Hanım, onun yanında dimdik ayakta durmaya çalışan, ağlamamaya çalışan Yasin Bey, onların ortasında da annesini bekleyen küçük Gülbahar vardı.
Onların biraz arkasında kalan yerde dimdik duran SANCAK TİMİ, SANCAK TİMİ'nin biraz ötesinde de IŞIK TİMİ vardı. En sağda Savaş Binbaşı, onun yanında da Gökçe vardı. Geri kalanlar da sırayla dizilmişlerdi. Hepsinin gözleri kıpkırmızıydı. Her şehit töreninde böyle olurdu zaten. Yıkılmaz denilenler yıkılır, ağlamaz denilenler ağlardı.
Biraz sonra Gülbahar, Gökçe'nin yanına geldi. ''Eee hani annem güzel bir yerdeydi. burası güzel, annem niye burada değil?''
Güzel dediği yer şehitlikti Gülbahar'ın. Babası buradaydı çünkü. Bu yüzden de Gülbahar çoğunlukla burada olurdu, babasının yanında.
''Güzelim, hani konuşmuştuk bunları. Annen, babanın yanına gitti. Biz onları bir daha göremeyeceğiz ama onlar bizi görecekler. O yüzden üzülmek yok, tamam mı?''
''Tamam.'' diyip koşuşturmaya devam etti Gülbahar.
Törende birkaç konuşma yapıldıktan sonra Zehra Üsteğmen'in defnedileceği zaman gelmişti. Handan Hanım yine haykırmaya başlamıştı. ''Kızımı benden almayın.'' diye bağırıyordu.
Gökçe, Handan Hanım'ın yanına gitti. ''Handan teyze yapma böyle. Hem Zehra cennete gitti Allah'ın izniyle. Emin ol şehitlik üzülünecek bir mertebe değil. Aksine en yüksek mertebe, hem Zehra senin bu halini görseydi çok üzülürdü. Yapma lütfen.'' derken hem de Handan Hanım'ı kenarı çekmeye çalışıyordu.
''Bırak Gökçe. Hem sen nereden bileceksin benim acımı.''
Gökçe'nin artık sabrı doluyordu. ''Elbette ben evlat acısını bilmem ama benim de babam şehit oldu. Aynı şekilde, aynı günde hem babamı hem amcamı toprağa verdim ben. Hem dua et Handan teyze, Zehra mayına basmadı, sen Zehra'nın naaşına ulaştın. Çocuğu mayına basan aileler ne yapsın? Sen çocuğunun naaşını aldın, alamayanlar ne yapsın? Lütfen yapma, yıpratma kendini Handan teyze.'' Sesini gür tutmaya çalışıyordu.
Gökçe, duygularını içinde yaşardı ama onu çok zorlayan anlarda sesi titrerdi.
Tören bitmiş, Zehra Üsteğmen defnedilmişti. Herkes yavaş yavaş şehitlikten ayrılıyordu. Kalanlar sadece IŞIK TİMİ, SANCAK TİMİ ve Handan Hanım'dı. Yasin Bey'de kalbinin ağrıdığını söyleyerek dinlenmek amacıyla eve gönderilmişti. Gülbahar'da, Gökçe'nin annesi Sema Hanım ile beraber gitmişti.
Gökçe şehitlikte Zehra Üsteğmen'in mezarından ayrıldı. Buraya çok da uzak olmayan bir mezarın önünde durdu. "Uğur, Zehra yanına geldi. Evlenirken nasıl ki Zehra bana emanet dediysen, Handan teyze de kızını bana emanet etmişti. Ben koruyamadım, sen orada emanetine sahip çık olur mu?" Hep gür olan sesi şimdi kısık çıkmıştı.
O sırada arkasından gelen sesle arkasına döndü Gökçe." Evet, koruyamadın kızımı. Hani sana emanetti? Hani başına bir iş gelmezdi? Sana güvenmekle hata yapmışım ben. Zaten senin gibi birisine nasıl güvenilir ki? "
Handan Hanım bu sefer sert konuşmuştu. Tam konuşacakken Hilal'in sesi duyuldu. "Handan Hanım, anlayabiliyorum acınız çok büyük. Evlat acısının tarifi olmaz derler fakat ölüm bu. Kimseyi sorumlu tutamassın ki, doğduğun an, öleceğin vakit yazılır alnına. Ayrıca Gökçe benim tanıdığım en güvenilir kişi. Kimse onun eline su dökemez. Emanetine de en iyi şekilde sahip çıkar. "
Arkadan Gökalp'in sesi geldi." Katılıyorum. Gökçe, emanetine çok iyi sahip çıkar. Hatta hiç unutmam, bir keresinde sınıftan bir arkadaşımız Gökçe'ye bir şey emanet etmişti. Tahta bir oyuncaktı, zaten emanet eden kişi de çok önemli değil, kırılsa da bir şey olmaz, demişti. Aynı gün Gökçe oyuncağı yanlışlıkla elinden düşürdü. Çok üzülmüştü ve el yapımı olduğu için aynısını bulamamıştı. Tüm gece oturup tahtadan aynı oyuncağı yapmıştı. Ben o günden sonra kendimi sorguladım, bana verilen emanete gerçekten iyi bakmadığımı o zaman anladım. Yani Gökçe gerçekten emanete gözü gibi bakar. "
Bu sözler Handan Hanım'ı tatmin etmese de uzatmadı, Zehra Üsteğmen'in yanına döndü.
Gökçe'de Handan Hanım'ın evine gitti, Zehra Üsteğmen'in eşyalarını boşaltmak için. Odasına girdi ve arkasından kapıyı kapattı. İlk önce gardıropa yöneldi. Kıyafetlerini bir güzel katladı ve kenara ayırdı. Ölen kişinin eşyalarının bir karşılık beklemeden fakire dağıtılması, buralarda adetti.
Sonra komodine yöneldi. Oradan da küçük bir sandık çıktı. Sandığı açtı Gökçe ve en başta küçüklük resimleriyle karşılaştı. Kendisinin ve Zehra Üsteğmen'in olduğu bir sürü resim vardı. Hepsine tek tek baktıktan sonra sandığı yanına aldı.
Son olarak çalışma masasına gitti. Masanın hemen üzerinde bir zarf vardı ve zarfın üzerinde Kan kardeşim Gökçe Esker'e yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASKER
RandomOrtaokul arkadaşı olan 4 kişi yıllar sonra asker olarak aynı time düşüyor.