Dürbününden kafasını kaldırıp karşısında batan güneşin kızıla boyadığı küçük tepeye baktı Gökçe. Görevdeydiler yine. Basit bir görevdi bu, diğerleri gibi zorlayıcı değildi. Tek bir adam lazımdı onlara. Onu almak yarım saatten az sürerdi. O kadar kolaydı yani. Bir saat yürümüşlerdi, yaklaşık on beş dakikadır adamın çıkmasını bekliyorlardı.
Olaylı yemeğin ardından bir ay geçmişti. Fatih Metehan olmuş, Şırnak'a dönmüştü. Hiç görüşmemişlerdi bu zamana kadar. Bunun birçok nedeni vardı ama en büyüğü şüphesiz Gökçe'nin dosyalardan başını kaldıramamasıydı. Bayramda bile ailelerinin yanına gidememişlerdi.
Düşünüyordu Gökçe. Şu an karşısında olsa Metehan, ne derdi ne konuşurdu acaba? Uğruna mektuplar yazdım mı derdi? Seni çok bekledim ama gelmedin mi derdi? Babamın cenazesinde bir tek seni istedim mi derdi? Seni aslında çok seviyorum mu derdi? Ne derdi bilmiyordu. En kısa zamanda konuşmak istiyordu ama korkuyordu. Seni seviyorum dese, neden bana böyle davrandın der miydi? Derdi tabii, kendini sevdirmek için uğraşmıştı adam ama Gökçe hep terslemişti. Neden terslemişti ki bu kadar? Gerek var mıydı? Yoktu. O zaman en kısa zamanda görüşmek gerekiyordu. Görüşmek ve özür dilemek.
Düşünceleri kulaklığından gelen sesle bölündü. "Nişan'dan Asena'ya." Yusuf'un sesi kısa bir duraksamadan sonra devam etti. "Komutanım evin arka tarafından adamlar çıkıyor, başlayabiliriz."
Gökçe dürbününü Yusuf'un baktığı yere ayarladı. Gerçekten de çıkıyorlardı. Hemen kulaklığına dokunup konuşmaya başladı. "Atışın ile başlıyoruz Nişan. Şahin hariç diğerlerini indirebilirsiniz."
Birkaç saniye sonra gelen bir silah sesiyle çatışma başladı. Ama yaklaşık yedi dakika içinde iş bitmişti. Şahin ellerindeydi. Geri kalanı ölmüştü.
Şahin Şırnak'ta küçük bir örgütün lideriydi. Ama aynı zamanda Güneydoğu'daki bir örgütün başıyla iş birliği yapmıştı. Şimdi onlara düşen bu Güneydoğu'daki örgütü bulmaktı. Bu örgütü bulmak için de Şahin'in konuşması gerekiyordu.
Gökçe'nin kulağına art arda "Temiz" sesi gelince operasyon tamamı ile bitmişti. Hep beraber evin önünde toplandılar. Hemen karargaha haber verip helikopter istediler ve beklemeye başladılar.
Herkes kendi halinde takılıyordu. Gökalp Gökçe'nin yanına geldi. "Nasılsın?" Kısa bir duraksamadan sonra devam etti. "Bugün biraz dalgın gibisin."
Gökçe gözlerini ne zaman baksa rahatladığı gök mavisi gözlere çevirdi. Uzun uzun baktı. Sonra konuşmaya başladı. "Mete'ye haksızlık ettim. Boş yere o kadar tersledim." Derin bir nefes alıp verdi. "Çok kırılmış mıdır bana?"
Gökalp önce sessiz kaldı. Sonra sakin bir tonla konuştu. "Kırılsa bile seni anlayacaktır. İkiniz için de zor bir durum bu. Farklı, alışılmamış. O yüzden sen konuş, o seni anlar."
Gökçe yine Gökalp'in gözlerine baktı. Sonra kollarını sıkıca boynuna doladı. "İyi ki varsın." diye mırıldandı kulağına. Sonra yavaşça ayrıldılar birbirlerinden. Birkaç dakika sonra helikopter gelmişti. Hemen binip yola koyuldular.
* * *
Hastane koridorunda yavaş adımlarla hedefine doğru yürüyordu Gökçe. Akşam işten çıkış saatiydi Metehan'ın. Beş dakika sonra kapıdan çıkacaktı ama Metehan çıkmadan Gökçe odanın kapısının önündeydi. Birkaç saniye tereddüt etti ama kendini toparlayıp derin bir nefes verdi ve kapıyı çaldı. İçeriden gel sesi gelince kapı kolunu indirip içeri bir adım attı. Arkasından kapıyı kapatırken "Selamünaleyküm" dedi.
Metehan masanın üzerinde toparladığı dosyalardan başını kaldırdı. Kısa bir duraksamanın ardından "Aleykum selam" dedi ve yeniden dosyaları sağa sola iteklemeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASKER
RandomOrtaokul arkadaşı olan 4 kişi yıllar sonra asker olarak aynı time düşüyor.