Bölüm 14
İyi sabahlar, gençlik : ) Yorucu birkaç gün geçirdim. Misafirler, yeni gelen hayvanlarımız, azıcık hastalık ve çocuklarımla ders çalışmaktan fırsatım olmadı. Bölümü de maalesef kontrol edemedim. Çünkü yarın da işlere gömülmüş olabilirim. Umarım severek ve beğenerek okuyacağınız bir bölüm olmuştur. Hatalarım-kusurlarım affola. Sevgiler : * Tüm yorumlara da döneceğim inşallah : ) Herkese tek tek teşekkür ederim. Telefonum da azıcık bozuldu, bunun için yorumlara cevap yazamamıştım.
Minik ayaklar, üzerinde kendi ağırlığını kolaylıkla taşıyan beyaz, sevimli kamyoneti daha ileriye götürmek için yere sağlamca bastı. Hedefi, koltukta oturan ve çoğunlukla o hareket ettiği anda tüm ilgisini kendisine veren kişiydi. Fakat televizyon ekranına öyle bir kilitlenmişti ki, o anda plastik kamyonetin halının üzerinde çıkardığı hafif sesi duyamıyordu. Minik çocuk, yaşından beklenmeyecek bir ciddiyetle kaşlarını çattı. Bir süre durakladıktan sonra da yere iki kere sertçe bastı. Ne istediği sesi çıkarabildi, ne de dikkati kendi üzerine çekebildi. Sonunda onu fark edeceğine emin olduğu bir hamle yaparak, tombul dudaklarını büzdü ve yapabildiği kadar yüksek tonla araba sesi çıkarmaya başladı.
Hayır. Televizyon ekranına, dehşete düşmüş bir ifadeyle saplanıp kalan kişinin o anda dikkatini çekecek herhangi bir ses yoktu. Kulakları sadece öğle haberlerini sunan spikerin anlattıklarında takılı kalmış, gözlerini bir kez bile kırpmazken her kelime, beynine bir tuğla taşıyla vurulmuşçasına güçlü bir etki bırakarak başını zonklatıyordu.
Sırtından aşağıya soğuk ter damlaları inerken, elleri kumandayı öyle sıkı kavramıştı ki, parmak boğumları beyazladı. Dişlerinin gazabına uğrayan dudaklarında, iğne ucu kadar küçük bir noktada kan birikmişti. Fakat bunun farkında değildi, hemen yanı başına gelip, terliğini ayağıyla dürten çocuğun farkında olmadığı gibi...
İçinden bir ürperti geçer ve titreyen ayaklarıyla oturduğu koltuktan ayağa kalkarken gözleri bulunduğu alanı hızla ve telaşla tarıyordu. Masasının üzerinde bulduğu telefonunu açar, bir numarayı tuşlarken içinden dualar yakarıyordu.
Telefonu açan kişi direkt, "Haberleri mi izledin?" diye sorarak açtı telefonu.
Ona cevap verebilmek için sertçe ve gürültüyle yutkundu. "Ne yapacağız?"
***
Sokak lambalarından uzak, karanlıkta oturan, siyah giyinmiş iki gencin gözleri biraz ötelerinde bulunan ve bahçe ışığı hariç tüm ışıkları söndürülmüş olan evi izliyordu. Oraya geldiklerinden beri gözetledikleri evde de evin dışında da hareketlilik olmamıştı. Komşusuna bir kap yemek götüren ve girdiği evde bir müddet kalan genç kadınların dışında, sokaktan köpek dahi geçmemişti.
Genç kadının kolları geceye doğru giderek serinleşen havaya karşılık kendisine sarıldı. Parmakları da kollarını aşağı yukarı doğru ovuştururken, Şükran'ın ailesinin evinden ellerinin boş döneceğine hayıflanıyordu. Uzun bir müddettir orada bekliyorlardı. Kıymet, en azından Salim'in oraya geleceğine inanıyordu. Ya da umuyordu. Bulut'un arkadaşı Şükran'ın haberini hem sosyal medya hesaplarından, hem de çalıştığı kanalın öğle haberlerinde paylaşmıştı. Olay Sakarya'da olduğu için, Sakarya ve Karasu için özel haber yanan sosyal medya hesaplarında da karşılarına çıkmıştı. Her sitede de Şükran nerede? Etiketiyle paylaşılıyordu.
Bulut, neredeyse tüm paylaşımların altına yazılan yorumları okumuş, fakat istediği şeyi bulamamıştı. İnsanlar bulunması için dua edeceğini ve üzüntülerini bildiren mesajlar bırakmış, her paylaşımın altında olduğu gibi birkaç da sudan sebeple tartışan insanların yorumları da vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ BUL
General FictionBirazcık polisiye, birazcık korku, birazcık gerilim ve çokça aşk kokan bir hikayemiz var :) Sevgiler... "Neden hep böyle olur olmaz işlerin içinde buluyorum seni?" "Belki kahramanım olmanı istiyorumdur." "Kahramanın olmak istemiyorum. Kocan olmak is...