Bölüm 19

419 111 90
                                    

Bölüm 19

İyi sabahlar, herkese: ) Ancak bu saatlerde vakit bulabiliyorum. Bölümü gözden geçiremedim. Eğer bırakırsam daha da uzar göndermem diye düşündüm. Yorumlar için herkese çok teşekkür ediyorum. Birazdan inşallah onlara dönüp cevaplayacağım. Umarım severek ve beğenerek okuyacağınız bir bölüm olmuştur. Hatalarım-kusurlarım affola, sevgiler, seviliyorsunuz : *

Dört Yıl Önce

"Niye buraya geldik?" Genç kız, bir restoranın denize nazır park alanına usulca girdiklerinde kaşlarını kaldırdı.

Genç adam, omuz silkti. "Söyledim ya! Sohbet ederiz." Ve aldığı derin nefesle göğsü havalandı. O kadar dertli bir iç çekişti ki, genç kız dönüp ona bakmak zorunda kaldı.

Salim, dirseğini aracın camına dayamış, eli yüzünün bir kısmını kapatırken, diğer eli de direksiyonu sıkıca kavramıştı. Şükran da ona bakmaya devam ediyordu. Ve hala sefer taslarını sımsıkı tutuyordu. Karanlık iyice çökmeden babasının yanına varması gerekiyordu. Eğer annesi geç gittiğini anlarsa bu defa terliği kıçına gerçekten yerdi. Ama Salim'e de itiraz edememişti. Edemiyordu. Her seferinde kalbinin şiddetli ötüşünün peşinden gidiyordu. Aksayan nefesinin, terleyen ellerinin, uyuşmuş gibi hissedişinin... Bir kibritin parlayıp sönmesi kadar olan bir zaman diliminde ruhunun dörtnala gidişinin...

Salim, başını çevirirken elini de yüzünden çekti. Açık renkli gözleri, genç kızın her şeyi ortaya seren gözleriyle buluştu. Seriyordu; çünkü saklamayı bilmiyordu. Heyecanı, utangaçlığı, ona duyduğu ama duymaması gereken her his gözlerinin içinde dans ediyordu. Uzun bir müddet birbirlerine bakmaya devam ettiler.

Şükran'ın dudaklarının kenarında tatlı bir kıvrım belirdi. Alayla, "Müthiş bir sohbet konusu!" diye mırıldandı.

Salim, hafifçe güldü. Ama o kadar keyifsizdi ki, gülüşü geldiği gibi soldu. "Özür dilerim." Aslında keyifsizlik değildi gözlerinin kenarındaki nemin sebebi. Öyle acı çekiyordu ki! Öyle kanıyordu. Öyle yanıyordu. Kendini küçülmüş, bir toz kadar bile işe yaramayan biri olarak düşünüyordu.

"Ne için?" Şükran, ona kaçması için fırsat verip duruyordu. Ona abi diyordu. Hem de her seferinde! Ağzını alıştırıyordu. En azından söylediği buydu. Yine de arada sırada lafını etmekten de geri duramıyordu. O zamanlar da Salim'in canı yanıyor, derisine iğneler saplanıyordu.

"Ne için olduğunu biliyorsun!" Uzanıp, genç kızın yüzüne düşmüş olan saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Her şey için! Birçok şey için. Beni gördüğünde, sanki basit bir tanıdık gibi davranmak zorunda kaldığın için. Özür dilerim." Başparmağı, onun gittikçe kızaran ve ısınan yanağının üzerinde hafifçe gezindi.

"Dileme. Yani dilemek zorunda değilsin. Bana bir söz vermedin. Ben de sana vermedim." Şükran'ın yanağından aşağıya bir gözyaşı yuvarlandı. Ve sonra da istemsizce diğer damlalar onu takip etti.

"Konuşmaya gerek mi vardı, Şükran? Var mıydı?" Genç adam, konuşurken hafifçe genç kızın üzerine doğru eğilmişti. Bir kez daha kesik kesik iç geçirdi. Sanki nefes almakta zorluk çekiyordu.

Genç kızın nemli gözleri yukarı kalkıp Salim'in gözleriyle buluştu. "Şu an konuşmamızın anlamı ne? Asıl buna gerek var mı?"

"Var. Ben, kendimi anlatmak istiyorum. Ama anlatmaya da utanıyorum. Durmak istediğim yerle durmak zorunda kaldığım yer çok farklı. Göğsümün içini yarıp baksalar orada seni görecekler! Bunu biliyorsun."

"Evet, nikâh defterine baktıklarında da Nagehan'ı görecekler." Şükran, hüzünle güldü. "Lüzumsuz kelimeler kalabalığı yapma, bana. Ne söylersen söyle sonuç aynı olacak Salim, abi!" Adam, biri ona yumruk atmış gibi tuhaf bir ses çıkarırken Şükran güçlükle yutkundu. "Bak, ağzım alıştı. Yarın sen, nikâh masasında otururken ben de bizim masamızda sizin görkemli düğününüzün alkışçısı olacağım. Durum bu kadar net! Madem konuşuyoruz. Al sana gerçekler! İyi oldu bu sohbet. Hiç açılamadık doğru düzgün, ama güzel kapatıyoruz."

BENİ BULHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin