Ağlamalarım yerini hıçkırık ve iç çekişlere bıraktığında ellerimi yüzümden çektim.
Ağlarken hep yüzümü kaptırdım. Babam ve annem ağladığımı gördüklerinde sinirlenirlerdi. Küçüklükten gelen bir alışkanlıktı.
Ne kadar süredir ağlıyordum bilmiyorum. Abim olduğu iddia edilen kişi ben kapının önünde ağlama krizine girdiğim anda yere yığılmamam için beni tutmuş, içeriye sokmuş ve koltuklara oturtmuştu. Ben ağlamaya devam ederken bir eli sürekli olarak sırtımı sıvazlamış ve hiç durmamıştı.
Yıllardır bu denli ağlamamıştım. Ağlamam yalnızca anne ve babamın beni terk edişine, yıllardır bilmediğim bir kardeşim oluşuna değildi. Tüm birikmişimi atmış gibi hissediyordum. Hala daha ağlamak istediğimin de farkındaydım. Ancak insan ağlamaktan da yoruluyormuş, bunu an itibariyle öğrenmiştim.
Gözlerim sızlıyordu, sürekli ağlama hıçkırıklarım yüzünden ciğerlerim bile acımaya başlamıştı. Dağılan kıvırcık saçlarımın birkaç tutamı nemli yüzüme yapışmıştı. Burnumun aktığını da söylemem mümkündü. Ağlarken tüm prenses tavırlarımı bırakıp burnumu koluma silmiştim bir ara. Annem görse kesinlikle kavga ederdik. Ama yoktu.
Üzüldüğüm bir nokta da buydu işte. Terk edildiğim için üzgündüm. Nasıl bir anne baba evladını terk ederdi ki? Bu bana gerçekten çok dokunmuştu. Ama bir yandan içimde küçücük bir yer 'kurtulduk' nidaları atmaktan da geri durmuyordu. Hangi evlat anne babası onu bırakıp gitti diye mutlu olurdu? Ben kötü bir evlattım.
Derin, titrek bir nefes alıp verdim. Kafamı kaldırıp yanımdakinin göğsüne gözlerimi diktim. Yüzüne bakamazdım. Dağılmış durumdaydım. Sessizce konuştum.
"Ben bir elimi yüzümü yıkayıp geleyim. Olur mu?"
Cevap beklemeden ayaklandım. Sağ kolumdan destek olurcasına tutarken o da ayaklandı. Hemen itiraz ettim.
"Hayır! Siz oturun lütfen. İyiyim."
"İyi olduğuna emin misin?"
Kafamı salladım.
"İyiyim. Hemen dönerim."
Hızlı adımlarla lavaboya girdim. Aynada kendimi gördüğümde durum içler acısıydı.
Gözlerim, gözlerimin kenarları ve burnum kızarmış, gözlerim şişmeye başlamış, göz yaşlarımın yanaklarımdaki izleri ise hala belliydi.
Saçlarımı yüzümden çekip geriye attım ve soğuk suyla yüzümü yıkadım.
Lavabodan çıktığımda artık ağlamasam da titrek aldığım nefeslerin devam ettiğini fark ettim. Bu da her an yeniden ağlayabileceğim anlamına geliyordu.
"Mızmız, ezik küçük bir çocuk olmayı kes!" Diyen annemin sesi yankılandı kulaklarımda. Hemen ardından ise "Sesine dayanamıyorum artık, git seni duyamayacağım bir yerde ağla!" Diyen babamın sesi.
Burada değillerken bile nasıl etkilerini hissedebilirdim ki?
Küçük adımlarla yeniden oturma odasına geçtim. Bu sefer kardeşim olan kişinin yanına değil karşısındaki koltuklardan birine oturdum.
Konuşmaya nasıl başlamalıydım. O mu başlamalıydı? Ona nasıl hitap etmeliydim? Göz teması kursam tuhaf kaçar mıydı? Lanet olasıca gelişmeyen sosyal becerilerim!
Ben kafa karışıklığım ile uğraşırken o çoktan lafa girmişti bile.
"Neden yüzüme bakmıyorsun?"
Şaşkınlıkla ve panikle gözlerim yüzüne çıktı.
"Ben... Özür dilerim."
Kafasını hafifçe sağa yatırdı. Neden bu kadar ciddi duruyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Parça
General FictionBalım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti. Peki neden annesinin hatalarını ailesinden uzaklaşmak zorunda bırakılarak Balım ödüyordu?