II

12.2K 690 57
                                    

Aile. Çok güçlü bir kavramdı kimileri için. Kimileri için ise abartıdan başka bir şey değildi. 

Benim için ise formaliteden bir yapıydı aile. Her birey formalite icabı birbirine aşık oluyor ya da aşık olduğunu sanıyor ardından yine formalite icabı bir bebek dünyaya getiriyor ve o bebeğin dünyaya geldiği andan itibaren her şeyine karışmaya başlıyordu.

Dünyaya gelen bebek hakkında sonsuz söz hakkına sahip olmak... Ya da öyle olduğunu düşünmek. Bencillik değil miydi ki bu? Ya da bir çeşit ego tatmini? Neden kimse bebeğin ne istediğini önemsemiyordu ki? Neden o bebek hayatının hiç bir evresinde sesini çıkartıp kendi kararlarını alamıyordu?

16 yaşındaydım ben. Bu dünyada kocaman bir 16 sene geçirmiştim. Şu zamana kadar kendim için aldığım tek karar ise uyku saatim olmuştu. Ondan da ailemin haberi yoktu. Her gece saat 22.00 da yatağa girdiğimi biliyorlardı ancak uyumadığımı bilmiyorlardı. Vay be ne çılgın hayat (!).

Ergendim ben. Benim bu yaşımda saçma sapan triplere girip düzensiz beslenerek biraz tembellik yapmam gerekmiyor muydu? Dışarıdan gördüğüm tüm yaşıtlarım bu şekildeydi. Ben neden mükemmel olmak zorundaydım? Neden kurallar ile yaşamak zorundaydım ki?

"Yemeğinle oynamayı kes ve düzgünce yiyip odana çık! Birazdan piyano hocan gelecek."

"Peki anne." 

Önüme konan bu son derece sağlıklı tabağı bitirmeye zorladım kendimi. Bezelyeden nefret ederdim. Ancak yemezsem açlık ile cezalandırılacağımın da farkındaydım. Öyle oluyordu çünkü. Küçüklüğümden beri neye karşı asilik yapmaya kalksam onun ile cezalandırılıyordum. Böyle eğitilmiştim.

Önüne konan yemeği yemeyecek misin? O zaman üç gün yemek yok.

Dışarıda vakit geçirmek mi istiyorsun? O gece eve gelme, sokakta kal.

Annenin seçtiği elbiseyi giymek istemiyor musun? Annen elindeki tüm giysileri alır ve sana yalnızca o giymek istemediğin elbiseyi bırakır. 

Bir konuda fikrini mi beliriyorsun? Ailen tarafından görünmez kabul edilmeye hazır ol. 

Yorulmuştum. Fiziken değil. Ruhen. 

"Balım! Kes yemeğinle oynamayı dedim sana!"

Derin bir nefes alıp tüm bezelyeleri tek kaşıkta ağzıma tıktım. Ağzımdaki dokusundan iğrenirken çiğnemeye bile fırsat vermeden yuttum.

Babam ve annem sessizce yemeklerine devam ederlerken ayaklandım. Sesimi yükseltmemeye dikkat ederek konuştum.

"Size afiyet olsun. Ben ders için hazırlanmaya gideyim." 

Odama çıkıp özel piyano hocamın gelmesini bekledim. Bu süre zarfında kendimi yatağa atıp tavanı izlemeye başladım. Ardından sağıma soluma bakındım. Odam pembe ve krem ağırlıklıydı. Odamın düzenini bile ben seçmemiştim. Pembe renginden nefret ederdim. Açık renkleri de sevmezdim. Koyu renk daha cazip gelirdi bana. 

Etrafıma bakınmaya devam ettim. Odam çoğu kızın isteyeceği tarzdaydı. Geniş bir yatak, tavana uzanan bir kitaplık, peluş oyuncaklar, çalışma masası, piyano, son model bilgisayar ve tablet... Rahatlıkla ekonomik durumumuz iyiydi diyebiliyordum. Ancak ne annemin ne de babamın ne iş yaptığını tam anlamı ile bildiğim söylenemezdi. Bana bu konuda verilen bilgi oldukça sınırlıydı. Zaten sorgulamam da yasaklarım arasındaydı.

Kapım çalındığında yataktan kalkıp kendime çeki düzen verdim. 

"Girin."

Sarışın piyano hocam her zamanki disiplinli yüz ifadesi ile odama girdi. Sert bir kadındı. Piyano çalan insanların hep daha nahif kişiler olacağını düşünürdüm ama çok sevgili öğretmenim bu düşüncemi eline alıp buruşturmuştu.

Kayıp ParçaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin