Artık seni yazmam, vazgeçtim, dillere düşürmem demiştim. Görüyor musun Lara? Ben yine, bana yenildim.
"Sence bu yarasa seni çok seviyor mu?"
"Sevmez olur mu..."
"Yürekten mi seviyor?"
"Kesinlikle."
"Öyleyse geleceğine emin olabilirsin. Biraz gecikebilir, ama bir gün mutlaka seni bulacaktır.Şeker Portakalı'nın satırları arasında geziniyordu aklım. Edmundo Dayı eğer doğru söylüyorsa gelirdi. Biraz gecikir, ama gelir. Çünkü ben gelmiştim.
Bir sürü kadın. Bir sürü. Neredeyse bir şehir kadar. Hepsi gülüyordu. Saçları rüzgar ile birlikte uçuşup havaya karışıyordu. Ve bir kadın. Başlarına taç takıyor. Hepsinin. Orada bir çarşaflı. Ağlıyor. Herkes gülerken o, ağlıyor.
Yüz binler içinde ikimizde ağlıyoruz.
Ağlama diyor bir ses. Gel, diyor. Ben zaten gelmek istiyorum diyorum. Çarşaflı ve ağlayan kızın başına taç takıyor. Kim bilmiyorum. Yüzünü göremiyorum. Ama tanıdık bir his. Tanıdık bir kalp. Artık mutlu. Ağlamıyor. Artık vakit geldi.
Sonra bir anda bir odada buluyorum kendimi. Odamda. Naz var. Yerde ise bir güvercin. Bembeyaz bir güvercin. Naz'a bakıyorum. "Burada ne işi var?" Gülümsüyor. Güvercini eline alıyor ve sevmeye başlıyor.
Burada tutsak kalmış. Özgür bırakmalıyız onu.
Pencereye doğru usul usul yaklaşıyor ve güvercini gök yüzüne doğru bırakıyor. Kanatlarının arasında ruhunu taşıyarak uçup gidiyor güvercin.
Artık özgür.
Artık rüya bitti. Şimdi uyanma zamanı.
Denizin sesi kulaklarıma ulaşmıştı. Martıların sesleri de denize eşlik ediyordu. Her şey tıpkı bu şekilde başlamıştı. Bu şekilde bitmişti. O güne geri dönüyordum. O, kendimi kaybettiğim ve kendimi bulmaktan delicesine korktuğum güne. Yine böyle bir gündü. Aslında başından beri inanmamıştım zaten normal biri olduğuna. Ama bu olayda normal olmayan sadece o değildi.
İnsan, hani isterya... Kendi gibi birini bulmak.
Bu durumda biz biraz daha ilerisine gitmiştik.
Çok ama çok, yüreği dağlayacak kadar uzun bir süre önce;
Martıların sesleri geliyordu. Denizin kıyısında otururken "karşıdan geçen gemilerden birinde olsaydım keşke" diye çok düşünüyorum. Gemiler yavaş yavaş limana doğru yaklaşırken benimde göz yaşlarım çekilmeye başladı. O gelecek miydi bilmiyorum. Ben bir gemi olsaydım şayet, limanım o olurdu.
Kendimi galiba ilk kez bu kadar yalnız, yalnızlığın içinde ise ilk defa bu kadar Rabbi'min varlığını hissetmiştim.
Aynı dili konuştuğum hiç kimsem yoktu. Bırakın kelimeleri, gözyaşlarımın nedenini bile anlatamadığım bir hapishanede tutsak kalmıştım.
-Sen burada mı yatıp kalkıyorsun yoksa?
Onun sesini duymam ile gülümsedim. Bana diyordu ama o da ben her buraya geldiğimde burada oluyordu. Belki de buralarda bir yerde yaşıyordu. İyi de o zaman medreseye gitmiyor demek miydi? Belki buralarda bir yerde medrese vardı. Onun hakkında hiçbir şey bilmemek canımı sıkmıştı. Ona da küssemiydim acaba?
Cevap vermediğim için yanıma kadar gelmiş ve bir cevap beklercesine bana bakmaya başlamıştı. Konuşacak mecalim yoktu, konuşacak mecalimin olmadığını bile anlatacak bir çabam yoktu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vaveyla-L
Fiksi Umum"Ey Gönül! Şimdi sorarım sana, hangi Aşk daha büyüktür? Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?" "Şems-i Tebrizi"