Çünkü Rabbi ona, "Bana teslim ol" buyurmuş; o da "Alemlerin Rabbine teslim oldum." demişti.
Bakara/131Bekledim.
Çok.
Mısra mısra, hatta kıta kıta şiirler bitti.
Ama O...
Gelmedi.Dindinha bir seferinde mutluluğun "yüreğimizde parlayan bir güneş" olduğunu söylemişti. Güneş herşeyi mutlulukla aydınlatıyordu. Eğer bu doğruysa, her şeyi güzelleştiren şey göğsümde pırpır eden yüreğimdi...
Zeze'nin söyledikleri hala aklımdaydı. Gerçi Küçük Prens'te aynı şeyi söylüyordu. Özde olanı sadece kalp görebilir. Gözler özde olanı göremez. İkiside kalpten geleni söylüyordu. Süveyda bile. Kalpteki gizli mertebeyi konuşuyorlardı.
Denizin kıyısında otururken artık kalkmam gerektiğini biliyordum. Gelmemişti. Artık gitmem gerekiyordu. Saat geç olmuştu ve geçen akşamki olaydan sonra bir kez daha yurda geç gidersem işler benim için iyi olmazdı. Yavaşça toparlanıp yola koyuldum.
"Bir bıçak, kendi sapını, başka bir bıçak olmaksızın nasıl yontabilir? Sen git, yaralarını bir gönül cerrahına göster. Sen onları kendi kendine tedavî edemezsin..." Haklıydı. Şimdi düşününce aslında bana bir Mürşit bulmamı söylediğini yeni fark ediyordum. Zaten bende bulmuştum. Ama çok geç anlamıştım onu. Birazcık düşünseydim mesela, kendi sorularıma değilde onun söylediklerine kafa yorsaydım, bana her şeyi zaten anlattığını anlardım.
En başından beri hep söylemişti. Kaplumbağa... Teslim olmuşlardı. Bu yüzden uzun yaşıyorlardı. Sabret demek istemişti, her şeyi ona bırak. "Kalpler Allah'ın elindedir. Senin kalbini halden hale getirecek sadece o'dur." Sana istediğini sadece o verebilir demek istemişti, sen kendin bulamazsın o nasip etmez ise. "Sen kendini Rabbinin takdirine teslim et" Hamam böceği... Ve daha niceleri ile bana teslim olmam gerektiğini, aceleci davranmamamı söylemişti.
Sen ne kadar da etten kemiktensin. Özüme aşık oldum diyen böyle mi olur? demişti. Aşık olmadığımı biliyordu. Sadece kendimi avuttuğumu... Ama ben bunları çok geç anlamıştım.
O.. Hep, biliyordu.
Bilmeyen hep bendim. Geri geleceğimi de biliyordu. Haklı çıkmıştı da. Şimdi onun gelmesini beklemekten başka yapacak birşeyim yoktu. Yunus Emre izlemek istiyordum. Eskiden olan herşeye geri dönmek istiyordum. Cevapları bulmak için aceleci davranmadığım zamanlara. Herşeyi kafama çok takmıştım. İnad etmiştim belkide. Bulmak için, kavuşmak için, teslim olmayı unutmuştum. Rabbime bırakmayı unutmuştum.
"Doğrusu insan çok acelecidir."
İsra/11Hızlı adımlar ile yurdun önüne kadar geldiğimi fark ettim. Ben bu yoları nasıl geçiyordum. Araba falanda çarpmıyordu. Önüme bakmadan yürüyüp gdiyordum ama bir gün bir yere çarpacaktım sonra görecektim günümü. Kapı açılınca içeri girip direkt odama çıkmıştım. Nazlı yatağında uzanıyor muhtemelen elindeki telefon ile birşeyler izliyordu. Ki o birşeyler kesinlikle Yunus Emre idi. Naz ise garibim ders çalışıyordu.
-Kolay gelsin Naz. Ne yapıyorsun bakalım?
Çantamı dolabıma bırakırken Nazlı'ya kısa bir yan bakış atmış ve Naz'ın çalışma masasına doğru ilerlemiştim. Okuduğu bilgiden çok keyif alıyor olacak ki gülümsüyordu Naz. Genelde hep şikayet eder ve sayısalın zor olduğunu söylerdi. Ama şimdi mutlu görünüyordu.
-Hayırdır neden bu kadar mutlusun?
O kadar dalmıştı ki ilk sorduğum soruyu bile duymamıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vaveyla-L
General Fiction"Ey Gönül! Şimdi sorarım sana, hangi Aşk daha büyüktür? Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?" "Şems-i Tebrizi"