Canan

46 8 8
                                    

Aşk sandığın kadar değil,
yandığın kadardır.

Bilmiyorum Lara, Ben kimin şairiyim?
Dışarıda olup biten herşeyden haberim var aslında.
Ama ben hayatı kalbimin içinde yaşıyorum. Zamansız, mekansız, nefessiz.
Ama sensiz diyemiyorum.
Gözlerimin ve gözlerin görmediği yerdesin sen Lara.
İçimdesin...

Okul yolu boyunca şiir dinlemek farklı hisler uyandırıyor bende. Fatih Buhara Benzek bu şiiri her kime yazdıysa gerçekten sevmiş. Özellikle bu mısralar bir tüy gibi dokundu kalbime. Merdivenleri çıkarken her güne bu şekilde başladığım için dert yanıyor olabilirim. İyi tarafından bakarsak spor yapıyor sayılırdım belki. Sınıfa girdiğimde kulaklıklarımı çıkarıp sağ en arka köşeye doğru yol aldım. Elisa şaşırtmamış yine benden önce gelmişti.

-Günaydın.

-Hayırlı sabahlar.

-Sanada. Ne bu halin böyle, zombi gibisin göz altların şişmiş.

Dün tüm gece kafamdaki insancıklar ile falan konuşmuş olabilirdim. Eh tabi benden fazla oldukları ve gerçeklik dışında herşeyi düşündükleri için beni köşeye sıkıştırmış ve sonunda dayanamayıp ağlamamı sağlamış olabilirlerdi belki. Her şeyi geçtim, belki serçe parmağımı kapının köşesine vurmuş ve kırmıştım. Olamaz mıydı?

-Merak etme aşılarımı oldum, benden sana zarar gelmez.

-Allah razı olsun, nasıl rahatladım anlatamam.

Siyer hocamız sınıfa girdiğinde herkes derin bir sessizliğe gömülmüş ve bu gün ki dersin konusunu dinlemeye başlamıştı.

...

Bu sırada Sevgili Peygamberimiz ile HZ. Ebu Bekir onları görüyor, fakat müşrikler onları göremiyordu. HZ. Ebu Bekir fazlasıyla telaşa kapıldı ve üzüldü. "Ya Resulullah" dedi. "Beni öldürseler de gam çekmem! Ben niyahet bir ferdim. Ama, Allah göstermesin, sana bir zarar ve ziyan verecek olurlarsa bu, bütün ümmetin helakine sebep olur!"

Resul-i Kibriya, kemal-i emaniyet içinde "La tahzen innAllahe meane" Üzülme, Allah bizimle beraberdir" buyurarak ona teselli verdi.

HZ. Ebu Bekir yine "Ya Rasulullah" dedi. "Onlardan birisi eğilip de ayaklarının dibinden bakarsa bizi görür"

Fahr-i Alem Efendimiz, yine emin bir şekilde, "Ya Ebu Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen akıbetin ne olacağını zannediyorsun? Yakalanacağımızı mı sanırsın?

İkinin üçüncüsü.
Allah. (c.c)
İkinin ikincisi.
Ebu Bekir (r.a)

Gözyaşlarım yine damla damla akarken Sevr mağarasının içinde bir örümcek tarafından korunan -asıl koruyan maddenin de, mananın da ötesinde bir vardı- iki dostun kıssasını dinliyorduk.

Ders bitmişti ama bizde bitmiştik. Yani galiba, en azından ben bitmiştim. Elisa bana dönmüş ve sen yine ağlıyor musun yaa? dercesine bir bakış atmıştı. Eh buna da ağlamazsak ne diyeyim. Zaten duygusal biriydim, birde bu aşk işi beni daha duygusal yapıyordu. Kafamı sıraya koyup Elisa'ya döndüm. Gülmek ve üzülmek arasında bir ifade ile suratıma bakıyordu.

-Ne,.....ne var?

-Tamam Allah yolunda yaşamak istiyorsun anladım. Ama bunu her dakika ağlayarak mı yapacaksın?

-Aşık oldum bir kere ben tamam mı? Ağlarım. Çünkü kalbimde hissediyorum. Çünkü kavuşmak istiyorum. Bu normal tamam mı!

Bir anda gözlerimden yaşlar dökülürken bir yandanda gülüyor ama Elisa'ya da bağırmaktan geri durmuyordum. Bu halime oda gülmüş ve; "sakin ol hızlı ve aşık, sadece bir soru" demişti.

-Milyonlarca yıldır aşıklar var elisa. Milyonlarca yıldır hepsi vuslata hasret yaşıyor. Allah yolunda yaşamak isterken göz yaşı dökmeleri normal değil mi? Duygulanmaları, kendilerinden geçmeleri yada ne bileyim hissettikleri normal değil mi? Eğer bir insan milyonlarca insanın arasından çıkıp sevgili'ye aşık olduysa bu ağlaması için ona yetecektir zaten.

Bu kadar uzun bir cevabı beklememiş olacaktı ki anlamak için 8 saniye duraksadı.

-Sen az önce cümle içinde alıntı mı kullandın?

Yani sadece buna mı takılmıştı...

-Elisa, boş ver ya. Cidden kafam allak bullak.

-Bence sende boşvermelisin. Sakin ol, kendini fazla kaptırıyorsun.

Hayır işte hayır. Bu kendini kaptırıp, abartmak değildi. Yani değil olması gerekiyordu. Bu aşktı. Yani aşk olması gerekiyordu.

Elisa bunu anlamıyordu.

...

Sahilde kayalıklara oturup dalgaların sesini dinlemek kadar güzel bir şey varmıdır acaba? Buraya geldim çünkü onunla konuşmam gerek. O buraya gelir mi bilmiyorum. Ama içimden bir ses gelecek diyor. Sadece beklemem gerek.

-Ey dalga, nerelerden böyle? Yeryüzünde hangi aşık kardeşimin ahını aldın da, kıyıları yıkarcasına bu serzeniş?

-Demek artık aşık oldu, öylemi?

Birden gelen ses ile arkamı döndüm. Gelmişti işte.

-Evet, aşıktı zaten.

Kayalar boyu yürümüş ve yanıma oturmuştu. Sesi birazda sıkıntılı çıkıyor gibiydi. Sanki biraz gergin yada karamsar bakıyordu denize.

-Aşık olduğunu biliyor yani?

-Evet, biliyor.

Ben bilmem?

Sıkıntılı bir nefes bıraktı ve sağ bacağını sallamaya başladı. Gergindi sanki, sanki biraz kırgın. Bir şeyleri açıklamak ister gibi duruyordu. Ama anlatamıyor gibiydi. Belki de anlamayacağımdan korkuyordu.

-Çok sevdiğim bir söz vardır. Can'ı Canan'a teslim etmeye hazır değilsen, "Ben Aşığım" deme kimseye!

İşte şimdi sözün, bakışların bittiği yerdir. Farkındalık da olabilir bunlar. Ama ben daha güzel bir kelime ile açıklamak istiyorum:

Vuruldum.
Evet vuruldum.
Kalbimden mi beynimden mi bilmem ama vuruldum. Gerçekler bir tokat gibi çarparken yüzüme, aynı anda dalgaların getirdiği soğuk rüzgarlar da çarpmaya başlamıştı.
Etrafı birden matem havası sarmış, ve buz gibi bir soğuğun içine hapsolmuştum.

Yanılan bendim.
Naz haklıydı. Benimde nefsim vardı ve ben kendimi birden bu olayların içinde bulunca olduğumu sanmıştım. Oysa olmamıştım. Kibirlenmiştim. Kendi başıma bu işin altından kalkmaya çalışırken daha dibe batmıştım.

Elisa bunu anlıyordu. Anlamıştı.

Çarşaf giymem, medrese gitmek istemem, yunus emre ve daha bir çok şey gözümü kör etmiş. Ve yolun başını sonu sanmıştım.

-Şeriatın hükümlerine bağlı olmak ve amel etmek bu yolun başıdır.

Açıklama yapabilecek cesaretim yoktu. Ama artık bir gerçeği kabul edecek yüreğim vardı.

Ben, aşıklardan değildim.

_____

İyi okumalar. Yorum yaparsanız sevinirim. :)

Vaveyla-LHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin