Chapter 22

2.2K 264 78
                                    

Hey, toksikliğe devam mı tamam mı?

Beğeni Sınırı: 150
Yorum Sınırı: 75

Günün gece diyebileceğimiz erken bir saati uyanmıştım. Gökyüzü henüz aydınlanmamıştı ancak uyku bedenimi çoktan terk etmişti. Kamaradan çıkıp merdivenleri arşınladım ve tanıdık bir manzarayla karşılaştım.

Her yer, her yerdeydi.

Sandalyeler fırlatılmış, yemek masası ters dönmüş ve tabak çanak kırıkları etrafa dağılmıştı. Barış ise ortalarda görünmüyordu. Kaptan köşkünde miydi? Kaptan köşküne çıktım ve minderlerde uyuya kalan Barış ile karşılaştım. Onun yanı başındaysa boş şişeler, elindeyse bir kadeh vardı. Üstümdeki hırkayı çıkarıp Barış'ın üstüne örttüm. Üşümesindi.

Geldiğim gibi geri merdivenleri indim ve masayla sandalyeleri kaldırıp bulduğum bir süpürgeyle etrafı süpürdüm. Neyse ki tekne kıyıdan uzak bir yerdeydi ve tekrar görüntülenmemiştik. Sessiz ve sakin, huzur dolu bir yerdeydik ancak huzursuzluk bir şekilde yeniden bizi bulmuştu. Belki de huzursuzluk bizdik.

Telefonum çalmaya başladı. Neredeydi? Elbette, hırkamın cebindeydi. Barış'ın uyanmaması için dua ederek merdivenlere koşturdum ancak merdivenin son basamağında ayak tabanıma batan cam kırığı bana onu uyandırmaya yetecek kadar yüksek bir çığlık attırmıştı.

"Deren!" diye ayaklandı Barış. "N'oluyor?"

"Önemli bir şey değil, cama bastım," dedim acı dolu bir sesle. "Nasıl önemli değil? Acıdan sesin çıkmıyor?"

Sanki acımı önemsiyorsun da diye bağırmak istedim. Umursasaydın aileni bana karşı seçmezdin!

"Of, değil işte! Küçük bir şey," dedim aksi bir şekilde. Barış sözlerimi umursamadan bana doğru geldi ve dizlerimin arkasına geçirdiği elleriyle beraber beni kucaklayıp minderlere bıraktı. "Şu dolapta bir şey olacaktı, bir dakika."

Barış, bulduklarıyla beraber geri dönüp ayağımın ucuna oturdu. "Cam kırığını çıkaracağım canın acıyabilir. İstersen kolumu sıkabilirsin," dedi uykulu sesiyle. Sadece kafa salladım. Tutmayacaktım. Cımbız ile camı tuttuğu an ise ellerim onun koluna bir koala gibi yapışmıştı.

"Oldu," dediğinde yara bandını yapıştırdı. "Üstüne bir süre basma." "Teşekkürler," dedim. "Önemli değil." O an, telefonum yeniden çaldı. Arayan Deniz'di. Barış'ın bakışları ekranda takılı kaldı. "Açabilirsin," dediğim an, ikinci kez düşünmeden telefonu cevaplamıştı.

"Evet?" dedi Barış telefonu hoparlöre alırken. "Barış?" dedi Deniz şaşkınlıkla. "Deren'i aramıştım."

"Evet, onun telefonu bu."

"O niye açmıyor öyleyse?" dedi Deniz merakla. "Uyuyor çünkü," dedi ters bir şekilde Barış. Onun gözlerinin içine baktım. Neden yalan söylemişti? Bekle diye ağzını oynattı.

"Sen neden aradın?"

"Dün çıkan görüntüler için aramıştım. Umarım onun canını sıkmamışsındır Barış çünkü aramızda gerçekten bir şey yok."

"Olamaz da zaten," dedi sertçe Barış. Ona Deniz ne kadar iyi gelirse gelsin kötü gidiyordu. "İstersen bu konu hakkında bir açıklama yapabilirim," dedi Deniz samimiyetle.

"İstemez."

"Noluyoruz Barış?" dedi Deniz dayanamayarak. "Rolleri değiştik de haberim mi yok?" Barış'ın kaşları çatıldı. "Ne demek istiyorsun?"

"Şunu demek istiyorum, Barış. Sen bana kazık attın, ben değil. Şimdi neden senaryo farklı işlemiş gibi benimle böyle üst perdeden konuşuyorsun?"

"Sik sik konuşma," dedi Barış. "Ben kimseye kazık atmadım."

"Sevdiğim kadını elimden aldın ya, bundan âlâ kazık mı var?" Barış sinirli bir kahkaha attı. "Deren'den bir daha sevdiğim kadın diye bahsedersen senin o çenenin yayını sikerim!"

"Hem suçlusun hem güçlü," diye sitem etti Deniz. "Ulan ne suçu? Senin Deren'i sevdiğini nereden bilebilirdim? Bilseydim—"

"Bilseydin ne? Bilseydin vaz mı geçerdin? Hiç sanmıyorum be, Barış. Sen istediğini elde etmek için babanı bile tanımazsın." Deniz içindeki öfkeyi kusarken ağzım bir karış açık kalmıştı. "Doğru," dedi Barış gözlerimiz buluştuğunda. "İstediğimi elde etmek için babamı bile tanımam."

"Kabul ediyorsun yani?" dedi Deniz alayla.

"Siktir git diyorum," dedi Barış sinirle. "Üç yıl öncenin konusunu ısıtıp ısıtıp önümüze getirme ve sevgilimden uzak dur."

"Durmazsam?"

"Durmazsan durdururum," dediğinde Barış bakışlarımı kaçırdım. "Vay," dedi Deniz. "Korkudan altıma işedim."

"Lan Deniz," dedi sinirle gözlerini yuman Barış. "Siktir git!"

"Şimdilik gidiyorum Barış ama bilesin, görülmemiş bir hesabımız var."

Sinirle telefonu kapatan Barış, telefonumu bana uzattı. Deniz'i arayıp son söylediklerinin hesabını soracaktım ancak şimdi sırası değildi. "Sen uyumaya devam et," diyip ayaklanmak istediğimde eli bileğimi buldu. "Otur şuraya, Deren. Sana üstüne basma dedim."

"Çaya bakmam gerek ama."

"Sabah sabah ne çayı ya?" dedi gözlerini ovuştururken. "Kahvaltı hazırlıyordum, acıktım da." Barış derin bir of çekti. "Otur sen, ben bakarım." Minderden kalktı ve sarsak adımlarla merdiveni indi. O gittiğinde ben de dizlerimi kendime çekip çenemi de dizlerime yaslayıp gökyüzünü seyrettim. Hiçliğin ortasındaydık ve yeniden kavgalıydık. O fotoğrafı keşke hiç atmasaydık, keşke kimse kim olduğumun peşine düşmeseydi ve keşke o fotoğraflar hiçbir zaman gün yüzüne çıkmasaydı.

Keşke... keşkelerle dolu bir hayatım olmasaydı.

Babam aramıştı, annem ne zaman arayacaktı? Çocuklarıyla ilgilenmekten bana zaman ayıramıyor muydu yoksa yeteri kadar ilgisini çekmiyor muydum?

Önümde bir tost ve bir fincan çay belirdi. "Karnını doyur, yerinden de kalkma," dedi elindekileri bana verip mindere geri uzanan Barış. "Teşekkür ederim, zahmet etmişsin hiç gerek yoktu," dedim onunla konuşabilmek için bir teşekkürü bile uzatırken. Barış cevap vermeden gözlerini kapadı.

"Barış, konuşmayacak mısın ya da dün olanları konuşmayacak mıyız?" dedim kısık sesle. "Göründüğü gibi değil dedin ya," dedi Barış homurdanarak. Gözlerini hâlâ açmamıştı. Suratıma bakınca fikrini değiştirmekten mi korkuyordu?

"Ondan bahsetmiyorum, Barış."

"Neyden bahsediyorsun?"

"Biliyorsun," dedim mırıldanarak. Gözlerini yine açmadı ve ellerini başının altına destekledi. "Bilmiyorum bilmek de istemiyorum."

"Barış, olmamış gibi davranman gerçeği değiştirmeyecek ve annen beni hiçbir zaman istemeyecek. Doğrusu, senin bile istediğinden artık emin değilim."

"Keşke," dedi alayla gülen Barış.

"Ne?" dedim kaşlarımı çatıp. O neye keşke demişti? "Sabahın körü, Deren. Uyuyacağım. Sen de kahvaltını yap, buradan iki adım bile atma."

"Kaçıyorsun," dedim sinirle. "Cevap ver bana, kaçma! Arafta kalmaktan sıkıldım!"

Gözlerini sinirle açtı ve doğruldu.
"Rolleri değişmek hoşuna gitmedi mi?" dedi Barış. "Her seferinde arafta kalan seçimler yapan benken problem yoktu, gönlün istediğince kaçıyordun. Bir kez olsun ben kaçmak isteyince mi sıkıldın?" Minderden kalktı ve bana üstten baktı.

"Şu bencilliğini bir kez olsun bırak ve biraz olsun benim tarafımdan bak. Onu, annemi duydun değil mi? Beni tehdit etti. Bunu sindirmem, düşünmem gerek.
Senin aksine benim kaybedecek bir ailem var!"

Son sözleri kalbimde derin bir yara bıraktı.

Sahadakiler | Barış Alper YılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin