Gece boyu ağlayarak kustum.
Her şey öyle üst üstüne gelmişti ki sadece mental olarak değil fiziksel olarak da çökmüştüm.Şimdi ayakta durabilmek için aldığım tonla ilaç sayesinde zar zor ayakta duruyordum. Refa ve ben, diğer gazeteciler gibi sahadaydık. Refa, teknik direktörler ve futbolcularla konuşurken uzaktan olanı biteni seyrediyordum. Öğrenmeye hevesli değildim çünkü dediğim gibi, spor ilgi alanımda değildi.
"Barış Alper Yılmaz," dediğinde Refa, telefondaki dikkatimi o tarafa çevirdim. "Gürcistan ve Çekya maçında inanılmazdın! Çekya maçının ardından maçın oyuncusu seçildin, bu konuda ne hissediyorsun?" Barış'ın suratına geniş bir gülümseme yayıldı. "Çok gururlu hissediyor-um." Heyecandan yine yarım yamalak konuşmaya başlamıştı. "Kendimi kanıtlayabildiğim için mutluyum. Fazla söze gerek yok."
"Peki, bugün bizi neler bekliyor? Gösterir misin bize birkaç yeni numara?" dediğinde Refa, Barış'ın eli ensesine gitmişti. Utanıyordu. Utandığında ya da kararsız kaldığında hep ensesini kaşırdı. O an, göz göze geldik. İkimizde birbirimize kitlenmiş dururken önümde duran birisi göz temasımızı kesmişti. Kafamı kaldırdım. Gelen, İsmail'di. "Selam," dedi gülümseyerek. "Spor muhabirliğine hiç ilgin olmadığı belli," dediğinde yanımdaki benche oturmuştu.
"Bugün bizi sadece zafer bekliyor," diye cevapladı o sırada Refa'yı Barış. "İddialı bir çıkış umuyoruz ki günün sonunda çeyrek finale çıkan biz oluruz. Teşekkürler Barış Alper."
"Sevmiyorum," dedim omuz silkerek. "Stajda başarılı olduğum için mükafatlandırmak için gönderdiler ancak ödülden çok ceza bu bana." Barış'ı bu kadar yakından görmek ama yanına bile gidememek cezaydı. İsmail güldü. "Çıkıp gezseydin bari, oturmasaydın boş boş."
"Dünden beri midem kötüydü gezemedim ondan." İsmail'in kaşları çatıldı. "Doğru, dün kusmuştun. Hastaneye falan gitmek ister—"
"Su versene," diyen Barış, İsmail'in sözlerini kesmişti. İsmail, benchin yanındaki soğuk sulardan Barış'a uzattı. Barış içmedi, suratına boşalttı. "Ah, sizi tanıştırmadım," dedi İsmail, her şeyden habersiz. "Gerek yok," diye atladı Barış. "Biz tanışıyoruz, değil mi Deren?" Ona samimiyetsizce gülümsedim.
İsmail'in suratına baktığımda soru işaretleri ile dolu olduğunu fark ettim ve az ileride bizi izleyen Kerem'e kaş göz yaptım. "İsmail," diye seslendi beni anlayan Kerem. "Kardeşim sen gelsene bir buraya." İsmail uzaklaştığında bakışlarım Barış'ı buldu. "Öylece başımda mı dikileceksin?" dedim tersçe. "Neden eski sevgilim olduğundan bahsetmedin?" dediğinde Barış, güldüm.
"Çünkü etiketlere ihtiyacım yok, Barış. Sadece Deren, yeterli."
"Suratlarına gülümsediğin insanlar benim arkadaşlarımsa Deren, etiketler önemli. İsmail'in yanlış hayallere kapılmasını istemeyiz, öyle değil mi?" dedi sertçe. Gözlerimi devirdim. İkimizin ayrı olduğu bir ay, onda iyi ya da kötü hiçbir değişikliğe sebep olmamıştı. "Merak etme," dedim yerimden kalkarken. "Artık futbolcularla ilgilenmiyorum." Ona cevap hakkı bırakmadan koridorda kayboldum.
⚽️
"Ve Çeyrek Finaldeyiz! Çeyrek Finaldeyiz. Berlin'deyiz! Harikasınız çocuklar."
Türkiye yıllar sonra çeyrek finale çıkmaya hak kazanmıştı ve stad sevinçten çıldırıyordu. Avusturya maçı, inanılmazdı. Merih'in ilk dakika gelen golü, Mert'in kaleyi koruyuşu, Ferdi'nin deli gibi koşuşu ve Barış'ın önüne gelen herkesi devirmesi sosyal ağlarda sansasyonel yaratmıştı.
Milliler sahanın ortasında birbirlerine sarılıp sevinç gösterileri yaptılar ve en son bütün stada dillere destan bir üçlü çektirdiler.
İçerideki sevinç dışarıda da devam etmişti. Hoparlörden çalan şarkılar eşliğinde dans eden futbolcular herkesi eğlendirmişti ancak ne kadar çağırılırsa çağrılsın Barış oynamayı reddetmişti. Sanırım maçta çok yorulmuştu. Şimdi küçük bir grup, otelin kapatılan barındaydık. İçeri sadece futbolcular ve yakınları kabul edilmişti ve benimle Refa'nın içeride olmasının tek sebebi de İsmail Yüksek'ti. Umuyordum ki Barış şüphelerinde haksızdı ve İsmail'in benimle falan ilgilendiği yoktu.
Vişne suyumdan bir yudum daha alırken yan locamızda oturan onunla göz göze geldim. İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk. İçtiğim alkol yüzünden çıkan kavgalar, burundan getirilen geceler. Şimdi ise çok farklı bir tablonun içindeydik. Barış'ın yanında onunla yakından ilgilenen hiç tanımadığım bir kadın, benim yanımdaysa durmadan konuşan İsmail vardı.
İyi ve hoş biriydi ancak futbolcularla işim bitmişti. Vişne suyumu tek dikişte içtiğimde bizim masamıza Barış'ın gönderdiğine yemin edebileceğim Kerem, kahkahalarla güldü. "Senin barda içki içmediğini görmek bana nasip olacak mıydı ya?" Gözlerimi devirdim. "Keyfimden içmiyorum Kerem. Şu sıralar midem hassas, ondan."
İsmail'in ise derdi bambaşkaydı. "Siz de mi tanışıyorsunuz?" dedi şaşkınlıkla. "Önce Barış, şimdi Kerem. Galatasaray'da falan mı çalıştın?"
"Yok be," diye atladı Kerem. "Bizim Barış'ın sevgilisi." O an, İsmail'in renginin iki ton açıldığına yemin edebilirim. "Eski," diye ekledim. "Barış'ın eski sevgilisiyim ancak bunu dillendirmeyi pek sevmiyoruz." Sanki eski lafını duyan İsmail'in gerilen kasları gevşemişti. Belli ki arkadaşının sevgilisine yazmak, onun kitabına uygun değildi. "Oha, ne zamandır?" dedi Refa şaşkınlıkla. "Üç bilemedin dört yıl oldu," dedim yuvarlayarak. "Çüş," demişti İsmail. "Nasıl gizlediniz?"
"Uzak mesafe ilişkisi yaşıyorduk zaten, pek zor olmadı," dedim omuz silkerek. "Özel olmayacaksa bunca senenin ardından neden ayrıldınız?" İsmail'in patavatsız sorusu içtiği alkolden mi kaynaklıydı? "Özel olur," dedim tersçe. "Ve bakma sen bunların ayrıldık demelerine! Kedi köpek gibidirler. Bugün küser yarın barışırlar."
"Cidden ayrıldık," dedim Kerem'e dönük. "Ayrılmasaydık," çenemle Barış'ı işaret ettim. "Ne ben onun yanında birisinin oturmasına izin verirdim ne o benim yanımda İsmail'in oturmasına." Kerem, en sonunda mahçup olarak susmuştu. "Her neyse ben lavaboya gidiyorum," dedim ayaklarak.
"Eşlik edebilirim," demişti yerinde doğrulan İsmail ve Kerem'in ters bakışlarına maruz kalmıştı. "Çok incesin ama teşekkürler," dedim gülümseyerek ve sağlam adımlarla lavaboya ilerledim. Onun peşinden geleceğine emindim. İçeri girdim ve aynanın önüne geçip rujumu tazelerken içerideki tanıdık yüzleri görmezden geldim.
Hepsinin dedikoduya aç bakışları üstümdeydi ancak umrumda bile değillerdi. O eski ben olmayacak, kenarda köşede konuştuklarını umursamayacaktım çünkü hiçbirinde yüzüme söyleyebilecek cesaret yoktu.
Kapı sertçe açıldı. İrkilmedim bile. Bünyem artık alışkanlık gösteriyordu.
"Kızlar, bize müsaade eder misiniz?" dedi Barış. Galatasaraylı futbolcuların eşleri olayı anlayıp tüyerken diğerleri sorgular bakışlarla çıkmıştı."Seni çevremden uzak durman konusunda uyarmamış mıydım?" dediğinde allığımı tazelemeye girişmiştim. "Ve ben de sana futbolcularla ilgilenmediğimi söylemiştim." Onunla aynanın yansımasından birbirimizi görüyorduk. "Öyleyse neden İsmail burnunun dibinden ayrılmıyor?"
"Sana futbolcularla ilgilenmediğimi söylemiştim, Barış; futbolcuların benimle ilgilenmediğini değil," dedim alayla. "Önlerini kes öyleyse!" dedi sertçe. "Sen benim eski sevgilimsin, tamam mı? Benim midem almaz. Arkadaşımla çıkamazsın."
"Ama arkadaşının sevdiğiyle çıkabilirsin, öyle değil mi?" Barış'ın kaşları çatıldı. "İkisi aynı şey değil, Deren. Ve ayrıca Deniz'in senden hoşlandığını bilmiyordum bile!"
"Cidden mi?" dedim alayla. "En ufak bir şüphe bile mi duymadın yoksa kendi hislerin daha mı ağır basmıştı?"
"Ne fark eder ki? Yıllar öncesinin mevzusu!" dedi sinirle ancak inkar da edemiyordu.
Barış'a döndüm. "Bence biz bunun kefaretini ödüyoruz, biliyor musun?" dedim dürüstlükle.
İkimiz de bencilce kendi hislerimizi düşünmüş, onu göz ardı etmiştik.
"O yüzden dikişi bir türlü tutturamadık. O yüzden biz huzura hiç erişemedik."Barış'ın keder dolu gözlerine bakarken gülümsedim.
"Bence biz, birbirimizin cezasıyız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahadakiler | Barış Alper Yılmaz
Fanfiction"Ankara Keçiörengücü'nün yıldızı Barış Alper Yılmaz, Galatasaray'a transfer oldu." Ona kariyerinin zirvesini yaşatan bu cümle, bizim ilişkimize dibi boylattı.