Aliye, sıcak su şakası yüzünden beni öldüreceğine dair söz verdikten sonra tamamen kuruduğumdan emin olduk ve oturup radyo istasyonundan müzik dinleyip dergi okudum.
Kapıyı kilitlemekten ve sevişmekten kendimizi alıkoymak zordu ama gerekliydi. Annem sonunda bana mesaj attı ve kendisinin ve babamın yola çıkacaklarını bildirdi. Hemen yalanları uydurduk. Aliye'nin onlar gelip taburcu edilmeden önce kestirirken benim de kitap okuduğumu söyledim.
Annem odaya girdi, ardından da güler yüzlü babam geldi. Annem Aliye'ye sımsıkı sarıldı, onu kokladı ve duş jeli o kadar da antiseptik kokmadığından eve döndüğüne ne kadar sevineceğini anlattı. Ayağa kalktım ve o küçük kız kardeşini sorguya çekerken sandalyeyi anneme verdim ve gitmeye hazır olduğundan emin oldum. Eğer Aliye daha uzun süre kalması gerektiğini hissederse annem tüm hastane ekibini sınır tanımayan bir tartışmaya sokmaya fazlasıyla istekliydi. Babamın da onu destekleyeceğini düşününce hastanenin pek şansı kalmıyordu.
Annem iyi olup olmadığından emin olmak için birkaç gün daha ona nasıl göz kulak olacaklarından bahsetmeye başladı ama Aliye'nin onu pek dikkatli dinlemediğini fark ettim. Bir şeye bakıyordu. Gözlerimi yakaladı ve bakışlarımı yönlendirerek hafifçe başını salladı. Bakışlarını nereye baktığını takip ettim.
Yerdeki havlular! Üç havlu! Bunlardan biri hastane duş jeli kokmuyordu.
Normalde insan bunun çok da önemli bir şey olduğunu düşünmezdi, ama eğer annem küçük kız kardeşine arkasını dönüp ortalığı toplamaya karar verirse, onlardan birinin ne kadar farklı koktuğunu fark etmemesi ve sonra da sorular sormaması mümkün değildi. Neden ona bu hakkı verelim, değil mi?
Tuvalete gitmek için izin isteyip yere saçılmış havluları fark etmiş gibi yaptım ve onları banyoya doğru tekmeledim. Yerdeki suyu da ayağımla sildim. Bu hareketim annemin artık onlara dokunmaktan nefret edeceğini garanti ediyordu. Kapıyı kapatıp onları sepete attım, çiş etmek için kabul edilebilir bir süre bekledikten sonra sifonu çektim ve annemin hâlâ planlarını açıkladığı ve Aliye'nin dikkatle dinlediği odaya geri döndüm.
Ben de dinliyordum ama dikkat etmiyormuşum gibi yapıp odadaki diğer şeyleri inceledim. Annemin beni iki kez uyarmasından sonra kendime gelmiş gibi yaptım.
"Dinle uykucu, sen rüyalara dalmışken, teyzene birkaç gün boyunca ona göz kulak olacağımızı söylüyordum. Kendisini zorlamasına izin verilmediğini, ağır kaldırma ya da yorucu egzersiz ya da egzersiz yapmaması gerekiyor. Aşırı heyecan da yasak."
Omuz silktim ve anladım der gibi başımı salladım. "Ağırlık kaldırtmayacağıma söz veriyorum ve eğer onu maraton koşmaya çalışırken görürsem ona çelme takarım. Başka bir şey var mı?"
"Akıllı bıdık," diye mırıldandı annem. "Baban senden daha faydalı."
"Ah, bu kadar işe yaramaz olamaz değil mi?" diye Aliye sırıtarak sordu.
"Lütfen" diye homurdandı annem. "Sekiz yaşındayken tavşanına Bisküvi Çekiç adını verdi. Bunu kim yapar?"
Teyzem, "Yani biraz rastgele biri" diye mantık yürüttü. "Ve iyileşirken refakatçiye pek ihtiyacım yok."
"O halde Dilbilim bölümünde çalışmaya başlaman iyi olur Aliye" diye tamamladı annem. "Sana göz kulak olabilirim ve meşgul olduğumda Dilbilimdeki meslektaşlarım bunu benim için yapabilir, bana yorgun veya solgun görünüp görünmediğini söyleyebilirler."
Aliye içini çekti ve yatağına uzanıp tavana baktı. "Tamam hanımefendi..."
***
Babam ve ben, annem Aliye'nin tekerlekli sandalyesini koridorda iterken, heybetli korumalar gibi onun iki yanında yürüyorduk. Teyzem yürüyebileceğini söyleyerek itiraz etmişti ama annemin tek bir sert bakışı onu korkutmaya yetti ve o itaatkar bir şekilde sandalyeye oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üvey Teyzem (TAMAMLANDI)
General Fiction"Ali? Bu teyzen Aliye. Onun adını taşıyorsun, biliyorsun..." Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bana bakan kadın şaşırtıcı derecede güzeldi. Saçları kumral, uzun ve dalgalıydı. Gözleri, erkeklerin şiir yazdığı o gerçek dışı safir rengindeydi. Bedenini saran...