11. Bölüm

145 22 118
                                        

11. Bölüm: Üzerinde, gece boyunca dolanan gözlerim var

Beyaz orkide çiçeklerinin rüzgarla nazikçe salındığı, güneşin altındaki bahçede, Seonghwa çıplak ayaklarıyla çimenlerin üzerinde bir oraya bir buraya koşuşturuyordu. Bahçedeki her şey, sanki büyülü bir tılsımla kaplanmış gibi canlı ve parlaktı. Yüzünü net bir şekilde göremediği, sadece siyah uzun saçlarına dikkat kesildiği bir kadın vardı bahçede onunla birlikte duran. Her adımını izliyor, tam seçemediği yüzünde tatlı bir gülümseme beliriyordu. Zamanın sanki durduğu bir andı.

Huzuru hissedebiliyordu.

Ancak bu huzurun üzerine karanlığın çökmesi çok sürmemişti. Gölge sağanak bir yağmur gibi sertçe üzerine çöktü ve tam bu sırada çimenlerin arasında dolaşan küçük bir kuşu fark etti. Minik beden, parlak gri tüylerle sarılmış, yiyecek aramak için toprağı eşeliyordu. Merakla eğildi, elleri kuşun üzerine, ona daha hareket etme fırsatı tanıyamadan, tıpkı bir mengene gibi kapandı. O an, içindeki bir şey uyandı; gözlerinin yandığını hissedebiliyordu.

Bilincinin derinliklerinde tanıdık ama aynı zamanda yabancı bir güç hissetti. Kuş, kanatlarını çırpmaya ve kaçmaya çalışıyordu. Umursamadı. Onu tereddüt etmeden, yavaşça dudaklarına doğru yaklaştırdı. Sivrilmiş dişlerini hayvanın boynuna sertçe geçirdi. Sıcak kan, damla damla akarak dudaklarına ulaştığında, dünya birden solmaya başlamıştı. Parlak renkler hızla griye dönerken, bahçenin güzelliği soluk bir kabusa dönüştü adeta. Onu izleyen kadının tiz çığlığı duyuldu, kendisine doğru koşarken yüzündeki korku ve dehşeti göremese bile hissedebiliyordu.

Sahne hızla değişti; Seonghwa şimdi karanlık, penceresiz bir odadaydı. Oda, kapkaranlık bir boşluğun ortasında asılı kalmış gibiydi, tek ışık kaynağı karşısındaki büyük aynadan yansıyan belli belirsiz ay ışığıydı. Aynaya baktığında, yansıyan yüzün kendisine ait olmadığını fark etti. Onun yerine, karanlık bir figür gözlerini ona dikmişti; kan kırmızısı parlayan gözler, soğuk bir gülümsemeyle ve donmuş yüz hatlarıyla ona bakıyordu. Her yeri kan içindeydi. Figür, aynadan kendisine doğru yaklaşmaya başladı, hırıltıyı anımsatan sesi yankılanarak odanın içinde dolaşmıştı:

"Gerçek benliğini hatırla, Seonghwa-yah."

Aynadaki yüzün ifadesi, yüreğine tıpkı ağır bir taş gibi oturdu. Bu figür, tanıdığı ama aynı zamanda kaçmak istediği bir gölgeydi; kendisiydi.

Ellerini yüzüne götürdüğünde, aynadaki yansıma bir anda çatlamaya başlamıştı. Çatlaklar hızla yayılıp aynayı kırık bir mozaiğe dönüştürdü. Duvarlar daralıyor, nefes almak giderek zorlaşıyordu. Figür, aynadan çıkarak kendisine doğru yaklaşmaya başlamıştı artık. Kanla ıslanmış soğuk elini onun omzuna koyarken, aniden genişleyen ağızdan sivrilip uzamış bir çift sivri dişi görebildi sadece. Korkuyla geri çekilmesine fırsat tanınmadan başı, az önce gördüğü yırtıcı tarafından kopartılmıştı.

Dünyası yeniden paramparça oldu.

Seonghwa, bir an sonra kendini tamamen farklı bir yerde buldu; kızıla boyanmış, sonsuz gibi görünen bir denizde duruyordu. Denizin suyu, kan kadar yoğun ve yapışkandı. Dalgalardan yayılan metalik koku, boğazını yakan bir acı bırakıyordu. Ufukta hiçbir kara parçası görünmüyordu; sadece gökyüzü ve denizin birleştiği o uzak noktada, ne olduğunu kestiremediği gölgeler vardı. Bu gölgeler, yavaşça kendisine doğru süzülüyordu. Her geçen saniyede su, ayaklarının altından çekiliyor, onu derinlere çekmeye çalışıyordu. Kırmızı dalgalar, ona geçmişin karanlık yüzünü hatırlatır gibi çarpıyordu; her dalga, orada ölmüş insanların donuk bakışlarının kendisine daha fazla yanaşmasını sağlıyor, vahşice öldürülmüş hatta parçalanmış bedenler korkunç bir şekilde üstüne doğru çullanıyordu.

BellyacheHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin