14. Bölüm: Bir anlığına kimliklerimizi unutalım
Adamın adımları, karanlığın içindeki tek gerçeklikmişçesine bir keskinlikte yankılanıyorken, bahçedeki rüzgâr, ölü bir fısıltı gibi esiyor ve yapraklar birbirine sürtünerek huzursuz bir tını yayıyordu. Ağaçlar eğilmiş, çarpık dalları gökyüzüne uzanıyor, gölgeleri ise sanki canlı birer varlıkmış gibi hareket ediyordu. Hava ağır, çiçeklerin kokusu ise çürümüşlükle karışık, boğucu bir hüzünle doluydu. Önceki seferlerden farklı, huzursuz edici bir görüntüydü bu sefer karşısındaki.
Bahçenin ortasında duran çocuk, yüzündeki ürpertici ifadesizlikle ona bakıyordu. Gözleri boş, donuk ve derin bir karanlıkla doluydu; içinde hiçbir yaşam belirtisi yoktu, yalnızca karanlık ve sonsuz bir boşluk vardı.
Çocuğun küçük, zayıf elleri bir kuşu sıkıca tutuyordu. Kuş çaresizce çırpınmıştı bir süre, çok geçmeden de bu çırpınışları ölümün kollarında son bulmuştu. Seonghwa'nın gözleri ise istemsizce çocuğun dudaklarına kaydı bu sırada. Çocuğun dişlerinde, kuşun narin boynundan bulaşmış sıcak kan vardı. Yavaşça dudaklarından çenesine doğru akıyor, oradan da çocuğun üzerindeki kıyafetlere hızla bulaşıyordu.
Bu görüntü, her seferinde olduğu gibi yine zihnine bir bıçak gibi saplanıp kalacaktı.
Anın korkunç sessizliği çevresini sararken, çocuğun yüzündeki ifadesizlik daha da sertleşti. Sahnenin korkunçluğundan gözlerini kaçırmak istese de başaramadı, tek yapabildiği kendi içindeki karanlığın yankısını dinleyebilmekti.
Bir gölge çocuğun üzerine düştü. Kadın, her zamanki gibi gözleri dehşet ve şaşkınlıkla doluyken, yüzündeki derin korkuyla, oracıkta belirmişti. Gözleri, oğlanın gözlerindeki karanlıktaydı. İçinde büyüyen korkunun ağırlığı her geçen saniye daha da artarken, aniden bir kabullenmeye dönüştü gözlerindeki bu korku emaresi olan tasvirler. Yüzü önce kaskatı kesildi, sonrasında ise acı ve pişmanlık dolu bir ifade belirdi. Dudakları titreyerek aralanmış, dudaklarından fısıltı gibi bir ses dökülmüştü usulca.
"Bunu saklamak zorundaydım..."
Bu sözler, etraftaki karanlığı daha da derinleştirirken, bir anda sahne değişti. Kendini bu sefer soğuk ve kasvetli bir odada bulmuştu. Daha önce görmediği, görse bile hafızasındaki tasviri çoktan silinmiş bir yerdi muhtemelen.
Oda, karanlık ve ürkütücü bir sessizlikle çevrelenmişti. Eski taşlardan inşa edilmiş, üzerleri nem ve küf kokusuyla kaplanmış bir dört duvardı. Tavandaki örümcek ağları, uzun zamandır buraya uğramayan ışığın izlerini taşıyordu. Ortadaki paslı, demir ayaklı sandalye ise açıkça bu ürkütücü sahnenin merkeziydi. Az önce gördüğü çocuk ise, bahsi geçen o sandalyeye sıkıca bağlanmış halde oturtulmuştu. İncecik bileklerine dolanmış kalın ipler, derisine keskin bir çakı gibi saplanmış, beyaz teni acımasızca yaralıyordu. Küçücük bedeni ise adeta tutsak alınmış gibi sarsılıyor, bağlandığı kadar sıkı bir çaresizlik içinde öylece titriyordu.
Odanın köşesinde birisi duruyordu bu sırada. Gözleri soğuk, kalpsiz bir kararın karanlığıyla dolmuş bir adamdı bu. Elinde tuttuğu paslanmış metal iğnenin içindeki koyu kırmızı sıvı, karanlığa rağmen kısa bir an için parıldamıştı. Adam, önündeki birkaç eskimiş kâğıdı karıştırdıktan sonra yavaş adımlarla yaklaşırken, her adımı zeminde yankılanıyordu. Küçük çocuk yarı korku yarı da beklentiyle bu adama bakıyor, bir şeyler mırıldanıyor fakat dudakları arasına konulmuş kumaş yüzünden dedikleri anlaşılmıyor, sözleri havada yalnızca anlamsız mırıltılar olarak asılı kalıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bellyache
Fanfic》 SeongJoong + Vampire 《 Avcı, ayın parlak ışığında, soluk beyaz tenini sergilemekten çekinmeyen vampiri görür. Vampir de bir binanın tepesinden kendisine nişan alan avcıyı.