Boynundaki kravata elini atarak biraz gevşetti. Pus İstanbul'un üstüne çökmüştü. Üstündeki baskıyı çok net hissettiği anlardan birindeydi Erdem. Bir haftadır sağa sola koşuşturmasına rağmen işleri bitmiyordu.
Oturduğu banktan kalkıp uzun çok katlı binaya baktı. Elindeki biraz önce içinde poğaça olan poşeti çöpe attı. Bir haftadır ne doğru düzgün kahvaltı yapmıştı ne de yemek yemişti. Evde annesi olduğu için tüm yemekleri annesi yapıyordu. Bilgili bir yemek geçmişi yoktu o yüzden.
Bir haftadır kaldığı ev eski evleriydi. Tek başına orada kalıyordu. Sessiz bir şekilde. Sessiz ve tutsak bir şekilde.
Cebinde titreşen telefonu hissettiğinde bir elini cebine attı. İşlerle ilgili arama beklediği için telefonu çıkartması çevik hareketlerle olmuştu. Ekranda gördüğü kişi onu bir haftadır günde neredeyse üç kere arayan kişiydi. Ali Ulusoy.
Kenar tuşundan aramayı sessize alıp telefonu cebine tekrar koydu Erdem. Önünde durduğu banka binasına doğru adımladı. Bugün alacağı galerinin bedelini ödeyecekti ve her şey bitecekti.
Hayat ona seçimler sunmamıştı. Ona zorunluluklar vermişti. Sorumluluklar vermişti. Yıllar önce üniversitesinden vazgeçmişti. Bugün ise sevdiği adamdan. İkiye ayrılır gibi duran yollar sadece gerçekleşmeyecek kadar hayaldi. Onun tek bir yolu vardı. Her şeyini feda ederek yürüdüğü bir yol.
"Erdem bey değil mi?" Karşısındaki kadına başını salladı. "Evet." "Selim beyi beklerken size ofisimde bir çay ısmarlamak isterim. Buyrun." Selim bey galeriyi alacağı kişiydi. Bankada para onun hesabına havale edilecek birkaç imzayla galeriyi Erdem'e devredecekti.
Yüksek katlı binanın 27. katına çıktıklarında asansörün kapısı açıldı. Dışardaki pus burada daha net bir şekilde gözüküyordu. Camlardan dışarıyı görmek neredeyse imkansızdı. "Buradan." Kadın ofisinin yolunu gösterdiğinde Erdem de peşinden gidiyordu. "Anı bize iki çay söyleyebilir misin?" Konuştuğu kız sekreteri olmalı diye düşündü Erdem. Masası hemen odanın önündeydi.
Çayları içtiklerinde Selim bey hala ortalıkta yoktu. Erdem'in üstündeki gerginliğin en büyük sebeplerinden birisi de iş yaptığı adamın biraz gevşek olmasıydı. Saat planlamasına uyan birisi değildi. Her an vazgeçtim diyebilir veya satışı yarına erteleyelim diyebilirdi.
"İzninizle." Odadan çıkıp lavaboların olduğu yere yöneldi Erdem. Geçen her dakika bir saate karşılık geliyormuş gibi hissediyordu. Zaman gerçekten de göreceli bir kavramdı. Geçmesini hiç istemediğimiz zamanların su gibi akıp geçmesi ama istemediğim anlara çiviyle çakılmamız haksızlıktı.
Altınla döşenmiş bir yerdi. Lavabolar ve musluklar altın rengine boyanmıştı. Siyah fayanslar beş duvara da yapıştırılmış daha da zengin bir hava katmıştı buraya.
Musluğun altına koydu ellerini. Soğuk suyu avcuna doldurup yüzüne çarptı. Bir nebze iyi geleceğini düşünüyordu ona. Aynı hareketleri birkaç defa tekrarladı.
Hiçbir işe yaramadığını gördüğünde ofise dönmeye karar verdi. Belki birileriyle konuşursa zaman hızlı geçerdi.
Tıklattığı kapıyı açtığında koltukta oturan Selim beyi gördü. Sesli bir şekilde nefesini vermişti. Üstünden bir baskının azaldığını hissetti. Hemen yanına adımlayıp el sıkıştılar. "Hoşgeldiniz Selim bey." "Hoşbuldum Erdem."
"Parayı anlaştığımızı düşünüyorum." dedi Selim bey. "Anlaştık." Yanındaki çantasına elini attığında neredeyse otuz küsür kağıt çıkarttı. Hepsinin imzalanması lazımdı.
Erdem ceket cebindeki kalemi alarak masaya doğru eğildi. Önündeki kağıtları kısa bir gözden geçirdikten sonra imzalamaya başladı. Bu süreçte bankanın da imzalatacağı evraklar vardı. Masada oturan kadın onları ayarlıyordu bir yandan da.
"Ali Uluyor üvey oğluna kıyak geçmek istemiş." Selim beyin Erdem'e yönelik kurduğu cümle damarlarındaki kanın öfkeyle değişmesini sağlamıştı. Bu değişim o kadar hızlı gerçekleşti ki Erdem tepeden tırnağa titrediğini hissetti. "Halbuki Özgür sanat galerisi açmak istediğinde şirketin tek varisi olduğu için ona şiddetle karşı çıkmıştı."
Bir haftasının sonunda duyduğu isim onu afallatırken üst üste yaşadığı duygu değişimlerini dışarı göstermemek için epeyce efor sarf etti. Özgür. Özgür'e izin vermemişti. Daha da sinirlenmesini sağlayan bu cümle beyninin içinde dolaştı.
"16 yaşımdan beri çalışıyorum. Paranın tek kuruşu Ali Ulusoy'un değil."
Gerçekten de 16 yaşında başlamıştı çalışmaya. Sigortalı bir iş olmasa bile şantiyelere gider ev boyardı Erdem. İstediği şeyi kendisi elde etmeyi öğretmişlerdi ona. Çabalamadan hiçbir şeyin olmayacağını söylemişlerdi. Zaten üniversiteyi yarı bile olmadan bıraktığı için bu süreçte hep çalışmıştı. Çalışmış ve para biriktirmişti.
"Sakin ol. Bir şey söylemedim." Karşısında yayılmış oturan kişiyi görmek bile sinirlerini bozuyordu. Ama sakin olmalıydı. Bir şeyleri elde etmek istiyorsa susup sabır dilemeliydi.
Para aktarıldı ve imzalar bitti. "Hayırlı olsun Erdem." Elini Erdem'e uzattı. "Teşekkür ederim Selim bey." Artık kendisine ait bir galerisi vardı. Yıllar önce hayalini kurduğu şeyi gerçekleştirmişti. Ama bir şeyler eksikti. Mutluluk. Mutlu değildi.
Annesini arayıp oğlun başardı diyebilmeyi çok isterdi. Ama yapamadı. Belki de hayal ettiğimiz şeyler hayal ettiğimiz kişilerle güzeldi. Yanına baktı. Sağına soluna arkasına. Onu kutlayacak tek bir kişi bile yoktu.
Biraz kısa oldu sanırım ama içimden bölüm paylaşmak geldi bugünn iyi okumalar