Uyanmıştım ama yataktan çıkasım da pek gelmiyordu. Evde kaldığım günlerde genelde böyle oluyordu. Ne yataktan çıkasım geliyordu ne de evden. Nedensizdi. Bilmiyorum. İlk mezun olduğumda ve sonrasında işe başladığım zaman düşünüyordum. İnsanlar izin günlerinde ne yapıyorlardı? Sonra etrafımı daha iyi incelemeye başladım.
İki çocuğuyla balık tutmaya giden bir aile görmüştüm. Ailenin babası, elinde iki olta tutuyordu, diğer elinde bir kova. Gülerek gidiyorlardı. Onları öyle mutlu görünce düşünmüştüm, sabah programlarına çıkan o hikâyeleri yaşayan insanlar neredeydiler? Algıda seçicilik miydi bu da ben hep mutlu aileleri görüyordum? Sanırım öyleydi.
Başka bir gün annesi ve babasının elinden tutmuş olan bir kız çocuğu görmüştüm. Anne ve babasının elini bırakıp koşmaya başladığında bir anlık paniğe kapılmıştım çünkü etrafta arabalar vardı. Ama anne ve babası çok rahattı, benim aksime. Kız çocuğu ise çok geçmeden "Anneanne," diyerek orta yaşlarda bir kadının kucağına atlamıştı. O gün de fark etmiştim, insanlar tatil günlerinde ailelerini ziyaret ediyorlardı. Annem ve babam olmadığı için mi sürekli geniş aileler dikkatimi çekiyordu? Bu da mı algıda seçicilikti? Sanırım öyleydi.
Başka bir gün ise Figen arayıp bir şeyler yapmak istediğini, canının sıkıldığını söylemişti. Onun ailesi burada yaşamıyordu. Sinop'ta yaşıyorlardı ve çok sık gidip gelemiyorlardı. O gün Figen'le buluştuktan sonra arabada giderken bir mezarlığın yanından geçiyorduk. Bir kadın görmüştüm. Genç bir kadın, belki otuz yaşında ancak vardı. Başında siyah bir şal, elinde rengarenk çiçeklerle bir mezarın başındaydı. Bir eli toprağın üzerinde, öylece mezar taşına bakıp konuşuyordu. Hemen arkasında kadınla aynı yaşlarda diyebileceğim bir adam, elini genç kadının omzuna koymuş, destek olduğunu hissettiriyordu. Ben o gün de fark etmiştim ki insanlar tatil günlerinde ailelerinin kabrini ziyaret ediyorlardı. Benim annemin veya babamın gidip de bir çiçek ekebileceğim, ellerimi açıp Allah'a "Onu cennetinden esirgeme," diye dua edebileceğim bir mezarları yoktu.
Sanırım bu üç aile içinden en çok o genç kadını kıskanmıştım. Bir ailesi vardı, biliyordu, tanıyordu. Bu dünyadan geçtiler diyebiliyordu. Tamam, belki üzüldüğünde, kızdığında veya kırıldığında kollarına sarılmakla aynı şey değildi mezarına, toprağına sarılmak. Ama yine de ben onların birer mezarı olsun isterdim. Yaşadıklarını bilmek benim için daha zor olurdu. Mezarlarına gidip, neden yaptıklarını sormak yüzlerine bakmaktan daha kolaydı benim için. Belki de ben kaçmayı seviyordum. Kaçmak, benim için, tercih edebileceğim en iyi yol gibiydi. Ya da en basiti demeliyim.
Telefonumun zil sesi tüm düşüncelerimi böldüğünde öfleyerek yatakta döndüm ve komodinin üzerindeki telefona uzandım. Savaş'tan başkası değildi. Yavaşça yattığım yerden doğrulup terliklerimi ayağıma geçirdim. Ayağa kalktım. "Efendim Savaş?"
"Günaydın," dedi her zamanki meraklı tonlamasıyla. "Uyandırmadım değil mi?" Bakışlarım saate kaydı. On biri yedi geçiyordu. "Gerçi sen bu saate kadar uyumazsın." Doğru biliyordu, uyumazdım ki uyumuyordum da zaten.
"Hayır, uyanmıştım. Günaydın. Nasılsın?"
"İyiyim. Şirkete geldim de, biraz yoğunum. Aklıma geldin, sesini duymak istedim. Nasıl, her şey yolunda mı?"
"Dün," dedim bir yandan da kahve demlemeye başlayarak. "Kağan ve Ozan'la yemek yedik."
"Ne?" dedi birden. Sinirlenmişti ancak bunu ondan saklayacak hâlim yoktu. "Sebep?" diye de ekledi.
"Karşılaştık öyle. Figen'le yemek yemeye gidiyorduk tam. Figen davet etti, ben de gelmeyin diyemedim."
"Leyla, sana bir şey yapmadı değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşkes
Teen FictionBir gece vakti, gökten düşen damlalar yüzümü ıslatırken hayatımı kurtaran bir adamın sonrasında hayatıma dâhil olacağını ben de bilmiyordum. Ya da hayatımı kurtaran adam için hayatımdan vazgeçebileceğimi.. ... "Arzu beni seviyor mu? Bilmiyorum, on...