Başımda inanılmaz bir ağrı vardı. Ağrı öyle büyüktü ki gözlerimi açtığım an daha da şiddetlenecek gibi hissediyordum. Dirsek içimde birinin dokunuşlarını hissettiğimde gözlerimi nihayet aralayabilmiştim. Bir hemşire, koluma bir serum takıyordu. "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye sordu ve cebindeki ışıkla gözlerimin içine baktı.
"Başım," dedim sol kolumu kaldırmaya çalışarak. Hissettiğim acıyla inleyip başımı çevirdim. Kolumun üst kısmında bir sargı vardı.
"Ağrı kesici bir serum taktım, birazdan ağrınız hafifleyecek. Kolunuzda derin sayılabilecek bir kesik olumuş ama atar damarınıza denk gelmediği için şanslısınız. Geçmiş olsun, ben dışarıdaki iki beyi çağırayım."
"Kimi?" dedim çatık kaşlarla.
"Sizi arabadan çıkarmışlar. Kapının önünde bekliyorlar. Yalnız, kaza olduğu için hastane polisimiz devreye girdi. Dışarıdaki beyefendiler ifade verdiler. Kendinizi iyi hissediyorsanız, konuşabilecek gibiyseniz polisleri çağırabilirim."
"Çağırabilirsiniz," dedim başımı sallayarak. Gülümsedi hafifçe ve odadan çıktı. Başımı çevirip bulduğum odaya baktım. Ortada bir yatak, sağ tarafta tekli bir koltuk, yatağın karşısında da küçük, iki kişilik bir kanepe, sol tarafta bir dolap, hemen yanında ise duvara monte edilmiş bir televizyon. İki kişilik kanepenin ardında ise pencere vardı ve dışarısı karanlık gözüküyordu. Saat kaçtı acaba? Ya da kaza yaptığımdan Timuçin ve Savaş'ın haberi var mıydı?
Cama yumruk atarcasına yağan dolu tanelerinin sesinin ardından kapı açıldı ve iki polis memuru girdi içeri. "Geçmiş olsun," dedi uzun boylu olan. Başımı sallayarak kabul ettim yalnızca. "Tahlillerinizi inceledik, alkollü değilmişsiniz. Bize kazanın nasıl gerçekleştiğini anlatır mısınız lütfen?" diye sorduğunda başımı eğip önce kolumdaki kesiğin üzerine sarmaşık misali sarılmış bandaja baktım.
"Ben.. Sinirliydim biraz," dedim ve susuzluktan kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. Hiç konuşmayan polis memuru bunu fark etmiş olacak ki hemen yatağın yanında duran ufak komodinin üzerindeki su şişesini açıp bana uzattı. "Teşekkür ederim," diyerek sudan birkaç yudum aldım. Hem boğazımı, hem dudaklarımı ıslattıktan sonra konuşmaya devam ettim. "İzmir'de yaşamıyorum. Bir tanıdığımın yanına gelmiştim. Biraz tartışınca sinirlenip İstanbul'a dönmek istedim. Arabayı hızlı kullanıyordum. Yağmur da yağıyordu, yollar falan ıslak olmalı. Kavşaktan dönerken direksiyonun hâkimiyetini kaybettim bir anda." Elindeki minik bot defterine bir şeyler yazdıktan sonra bakışları yeniden bana döndü.
"Sizi kurtaranları tanıyor musunuz?"
"Bilmiyorum, yüzlerini görmedim. Uyandığım gibi siz geldiniz zaten. Başımı vurunca, net göremedim. Ama bana yardım ettiklerini biliyorum. Kolum, kapıya sıkışmıştı. Bir süre daha öylece kalsam ya kangren olacaktım ya da kendiliğinden kopacaktı. Bir sol kol borçluyum onlara yani."
"Anladım," diyerek birkaç şey daha yazdı deftere. "Hız limitini aştığınız için ceza kesilecek. Onun dışında başka bir şey yok. Tekrardan geçmiş olsun."
"Teşekkür ederim memur bey." Odadan çıktıklarında derin bir nefes alıp başımı geriye yasladım. Ağrılar hafifliyordu ve hafiflerken de uykum geliyordu. Birkaç dakika sonra kapı açıldığında başımı kaldırıp girenlere baktım. İki adam vardı. Biri sarışın denemeyecek kadar kumral ama kumral denemeyecek kadar da sarışındı. İri, yeşil gözleri vardı. Uzundu.
Bakışlarım diğer adama kaydığında içimde sanki onu daha önce görmüşüm gibi bir his oluşmuştu. Tahmini bir doksan boylarında, geniş omuzlu, koyu kumral saçları olan ve gözlerine eşdeğer koyulukta olan göxleri.. Beyaz değil ama buğdaydan daha açık teni vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşkes
Genç KurguBir gece vakti, gökten düşen damlalar yüzümü ıslatırken hayatımı kurtaran bir adamın sonrasında hayatıma dâhil olacağını ben de bilmiyordum. Ya da hayatımı kurtaran adam için hayatımdan vazgeçebileceğimi.. ... "Arzu beni seviyor mu? Bilmiyorum, on...