🎶🎶🎶🎶🎶🎶
Bir çocuğu avutur gibiydi hislerim. Birbirimize sarıldığımızı izleyen insanlar arasında belki de Deli Ağa'ya o ilk eli uzatandım. Bu yüzdendir uslu bir çocuk gibi sözümü tutmuş, sıkı sıkı tuttuğu elimle çatıdan inmişti.
Üstü başı toz, dalgalı koyu kahve saçları çatı katının örümcek ağları, nakış nakış işlediği kendi örümcek ağlarımızı bağlamıştık birbirimizin kaderine. Delirmek, Jêhat'la delirmek, bir sabah uçuşan kumaş parçalarıyla seni kurtarıyorum demekti. Ve evet delirmek en çok onun güzelliğine yakışıyordu.
Evin içine küçük boşluktan girip önüme kattığım adamı banyoya doğru yürüttüm. Başı önde aklı bulanıktı yine. Belki de o elin uzanmasını beklemiyordu ama ben içimde büyüttüğüm beyaz bir şakayık çiçeğini ona uzatmıştım.
Banyoya girdiğimde komut bekleyen ellerini önünde birleştirip gözlerimin içine bakarak gülümsedi. O gülümseme de şimdi de yaşamak isterdiniz.
Altındaki eşofmanı kaşlarımla gösterip duşkabine girip suyun sıcaklığını ayarladım. Çırılçıplak önümde duran adam için mahremiyetin çıplaklıkla alakalı olmadığını sonunda anlamıştım. O külfetlerinden kurtulmayı başarmış bir adamdı.
Kenara çekilip duşkabini elimle gösterip akan suyun altına giren adamla bir çocukla ilgilenir gibi raftan şampuanı aldım ve yüzüne dökülen saçlarını geriye doğru tarayan adamın açılan pürüzsüz yüzüne baktım. Gözleri kapalı adam başını yukarı kaldırıp kendini akan suya bırakırken annemden dinlediğim o masallardaki sessiz, vakur, savaşçı bir prensi gördü gözlerim, sanırım başka da bir şey göremiyordum artık.
Gözlerini açıp kahvenin en koyu tonundaki gözlerini gözlerime kaldırdı, su damlalarıyla savaşan yay gibi kirpikleri gizleyemediği beklenti dolu bakışlarıyla elime şampuanı döküp benden biraz uzun adamın saçlarına uzandım.
Beklediği olmuş gibi bir gülümsemeyle arkasını döndü ve saçlarını yıkamama izin verdi. O uzattığım çiçekle kırıyordu bir bir aynalarının içine hapsettiği Jêhat'ı. Ben bir kuleye hapsedildiğimi zannederken o, yıllardır o kulenin aynaları içine sıkışmıştı.
Omzundan akan köpükleri sırtına doğru süzülürken elim sırtındaki o izlere kaydı. Dokunmaktan korkuyordum kanatırım diye ama çoktan izleri kalmış yaralarını sarmak istiyordum dünyadaki en güzel ipek kumaşlarla.
Parmaklarımı uzun demir çubukların, zincirlerin ya da bıçakların geride bıraktığı izlere dokundurduğumda sanki canı yanıyor gibi dişlerini sıktı.
"Anne acıyor."
Duyduğum fısıltıyla gözlerim kapandı ve acıyla yanan gözlerimle kederi yutkundum boğazım düğüm düğüm. Jêhat'ın annesiydim şimdi, acılarını gösteren, sar dediği annesi.
Omzunu okşayarak fısıldadım. "Biliyorum oğlum, şimdi sırıtına merhem süreceğiz, tamam mı?"
Jêhat hızlı hızlı başını sallayıp bana döndü. Gözlerimdeki yaşlara bakarken çocuk şaşkınlığıyla ıslak elini kaldırıp kalbimin üstüne koydu.
"Buran da acıyor mu?"
Dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerim yaşlara teslim olurken yavaşça başımı salladım. "Hıhı, acıyor."
Kaşlarını çatıp yüzünü buruşturan adam başını hafif yana yatırıp korkuyla sordu.
"Anne ölmesen olmaz mı?"
O an ben de ölmek istedim. Benim yerime annesi geçecekse ölebilirdim, yaralı bir çocuğa can verebileceksem canımı verebilirdim.
Elim kirli sakallı yüzüne giderken gözlerimin içine anlamış gibi bakıp gülümsedi. "Biliyorum, beni bekliyorsun orda."