Dokuz

898 115 31
                                    

Jêhat o geceden sonra daha çok ilaç içmeye başladı, sanki bir hastalığa yakalanmış gibi. Gittikçe eski soğuk ve karanlık haline dönmüş, kabuğuna çekilmişti. Sanki o gece bir aynanın önünde siyahımız ve beyazımaza karışmamış gibi. O yine siyah bir şah ben ise beyaz bir piyon.

Onunla ilgili öğrendiğim önemli şeylerden biri de aldığı ilaçlara çok dikkat ediyor ve kendisinden başka kimsenin ona ilaç vermesine izin vermiyordu.

"Neden?" diye sorduğumda "Bilmediğim ilaçlar içiriyorlar" demesi bana oldukça paranoyakça gelmişti. Ama burada geçirdiğim bir ayın sonunda Jêhat Agviran'ın aslında kim olduğunu öğrenmiştim.

Yıllar önce ölen annesi bir şeyh torunuydu ve tek evlat olan annesinin sahip olduğu topraklar Urfa'nın sınırlarını geçiyordu. Annesi öldüğünde ise bu toprakların hepsi tek oğlu Jêhat'a kalmıştı. O, koca bir aşireti parmağında oynatacak kadar güçlüydü ve tek başına ağalığını ilan edebilecek kudrete sahipti ama bir kuleye deli diye hapsedilmişti.

Jêhat'ın babası Azad Ağa onun annesini kuma diye getirmiş ve annesi de ilk görüşte aşık olduğu adam için buna katlanmıştı. Fakat bilmiyordu, Azad Ağa ilk eşi Bihar sultana sevdalı, Jêhat'ın annesini ise tutkusu uğruna yatağına almıştı. Adının Dilşah olduğunu öğrendiğim annesi ise zamanla öğrendiği bu kedere dayanamamış, yataktalara düşene kadar hastalanıp kan kusarak ölmüştü.

Aşk, annesinin yıllarca sevgisizlikten solan bir çiçek gibi solduğunu ve kanlar içinde yattığı yatakta öldüğünü gören Jêhat için öldürücü bir zehir ve hastalıktı.

Ama nikahına aldığı çift cinsiyetli eşinin adı ise inadına Evîn'di. Şimdi neden hiç adımı dile getirmediğini anlamıştım. Aşk Jêhat için acılı şarkılardan, tutkulu şiirlerden ibaretti. O kimseye aşık olamazdı.

Benim için de aşk, sevgi göremeyen annemin çaresizliğiydi. Ben ve Jêhat, yarasınının kabuğunu sürekli söken ve kan akıttıkça annesine koşmak isteyen çocuklardık. Fakat üzücü bir gerçek vardı. Jêhat'ın koşabileceği bir annesi yoktu artık.

Bense bir ay sonra sonunda el öpme bahanesiyle annemin yanına gidebilecektim. Bu ise çoğunlukla Bihar Hanım'ın "Anne babanın elini öpmen gerekir, geç bile kaldın. Ne kadar kötü bir sebeple dünür olsak da onlar da artık bizim ailemizdir" demesiyle olmuştu ama altındaki planı sezmek imkansızdı. Dediğim gibi aptal değildim ama işime gelmişti.
 
Herkes zaten damat olarak Jêhat'ın gelmeyeceğini bildiği için adını bile anmamıştı. Ben de onun eski karısını kaçıran bir adamın kaldığı konağa gitmeyeceğini biliyordum. Ama henüz öğrenemediğim şey, her ne kadar eş olmak kavramını henüz oturtamazsakta, o benim eşimdi ve ben eşimin deli olduğunu bir kez daha unutmuştum. O her yerde, her an, her şey yapabilirdi.

Arabanın beni götürmeye hazır olduğunu söylemek için odasına girdiğimde karşımda aynanın önünde kravat yapmaya çalışan takım elbiseli Jêhat'ı gördüm ve şokla ona doğru adımladım. Saçlarını arkaya doğru şekil vermiş, sakallarını kısaltmış ve yine o afrodizyak kokusu odayı doldurmuştu.

"Jêhat"

Günler sonra en azından biraz kendine ve eski deli hallerine dönen adam bıkkın bir nefes vererek kravatı takamadığı için bana uzatıp "Şu siktiğimin urganını takar mısın?" diye sordu.

Sesi soğuk olmaktan çok asabiydi ve ne zamandır siyah kravatla uğraştığı bilinmezdi. Başımı iki yana sallayarak şaşkınlığımı üzerimden atıp kravatı elinden aldım ve biraz daha yaklaşıp bir ucunu boynundan geçirdim. Gömleğinin yakalarını kaldırıp kravatın düğümünü hazırladım.

Sesim titrekçe "Jêhat" diye çıktığında boyu benden biraz uzun adam bana tepeden bakarak "Biliyorum küçük gelin, el öpme bahanesiyle anneni görmek istiyorsun" dedi.

Deli Ağa'nın Gelini (Bxİ) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin