69. Bölüm: Yalancı Vuslat
Bundan iki sene önce, 20 Eylül gecesinin ardından uyandığım sabah üstümde öyle bir his vardı ki bunu kime, nasıl anlatırdım bilmiyordum. Göğsümün üstünde hem çok ağır bir yük vardı, hem de çok derin bir boşluk vardı. Gözlerimi açtığımda başım çatlamak üzereydi, uyku ve uyanıklık hâlinde gözlerim dahi açılmadan kaç kez kusmuştum sayamamıştım. Ben hiç bu kadar sarhoş olmamış, kendime bu denli yüklenmemiştim. Yamacımda Ayaz vardı, Ayaz'ın gözleri ise hiç, hiç bu kadar mahsun bakmıyordu.
"O," demiştim titrerken, bacaklarımı yatağın içerisinde karnıma doğru çekerken savunmasız bir hâldeydim. "O buraya geldi Ayaz. Ayaz ben konuştum onunla, sarıl-sarıldım ben..." ağlamak yoktu, ağlamak yoktu, ağlamak yoktu. Söz verdik Sena, söz verdik.
"Kim geldi Sena?" diye sormuştu Ayaz.
"Beni kim eve getirdi? Sen gördün mü onu? Bardan birlikte çıktık. Lorenzo görmüş olmalı, ona soralım mı?"
"Lorenzo kim? Sena, neyden bahsediyorsun sen?!"
"Fuoco," dediğimde
"Lorenzo diye bahsettiğin kişi, Fuoco mu?" diye konuştu Ayaz, bana acıyarak baktı. Çenemi eğdim. "Seni bardan ben aldım Sena."
"Yalan söylüyorsun!"
"Hayır, söylemiyorum... ne yazık, keşke yalan söylüyor olsam ama yalan değil. Fuoco beni aradı, taksi saatini kaçıracak kadar sarhoştun, gelip ben aldım seni."
Yalın ayak yataktan çıktım, üstümde geceden kalan kıyafetler vardı. Yalan söylüyordu, üstüme kokusu sinmişti. Ben, baştan başa o kokuyordum. Merdivenleri yavaşça indim, ardımdan adım seslerini duyuyordum. Dış kapıyı açtığımda "Ama," diye soludum, sesim karda kışta kalmışım gibi titriyordu. "papatya yok?" Ardıma, Ayaz'a baktığımda gördüğüm sima bulanıktı ama yok, ağlamayacaktım. "Niye yok?"
"Sena-"
"Biri mi aldı acaba?" Yazık... "Kamera kayıtlarına bakalım mı, mutlaka biri almıştır. O, benden vazgeçmez." Çok yazık... "Vazgeçmez, değil mi?"
"İçeri geçelim," diyen Ayaz beni hiç, hiç anlamıyordu. Tabanlarım kanıyordu, bileklerim öpeni olmadığı günden beri acıyordu. Çok, çok fazla altımdaki sandalyeyi itesim vardı.
"Geçmem! Ayaz biri almış benim papatyalarımı! Her gün burada olurdu onlar!" Yere eğildim, avuçlarım papatyaların durduğu yeri ezbere biliyormuş gibi, sanki papatyalar ordaymış da benim gözlerim görmüyormuş gibi yoklarken yoklardı, hissimde de yoklardı. "Onlar burda olurdu..." Avucumu yere vurdum. "Burada!" diye bağırdım. "Burada! Neden yoklar?! Çaldılar papatyalarımı!"
"Sena, güzelim, kendine gel."
Omuzuma dokunan Ayaz'ı "Dokunma bana!" diyerek ittim. "Sen de yalan söylüyorsun bana, geldi, dün kollarındaydım ben, yalan olamaz, sen yalan söylüyorsun!" Çenemi kaldırdım, gözlerine baktığımda "Lütfen," diye yalvardım. "Sen yalan söylüyor ol." Ayağa kalktım. Boğazımı temizlediğimde karşısında durdum. "Ayaz, bana yalan söyle. Bana, dün onun geldiğini söyle."
"Dün, O geldi," deyişinde tereddüt yoktu. "Seni eve getirdi, yatağına yatırdı, yanına uzandı, sonrasında ben odadan çıktım. Şimdi de geldiğimde odanda yoktu, sen uyanmadan gitmiş olmalı."
Göz göre göre inandım, önce onun yalanlarına, sonra onun hakkındaki yalanlara.
"Peki... papatyalar neredeler?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE
أدب المراهقين"Fuoco," dedim bir kez daha, dilim damağım kupkuru bir hâlde. "Sen, ateşin yakacağını öğrendiğinde kaç yaşındaydın?" "Sen çok sarhoşsun!" "Ben on sekiz." O, on sekiz yaşımın hayal kırıklığıydı. 🏚 "Lorenzo... o kadar çok özledim ki... Allah bana...