Büyük bir gülümseme ile, başkasında kusur, onda ise çekiciliğin katlayan bir unsur olan, yamuk dişlerini ortaya çıkardı Yong Hwa. Üç kez seslenmesine rağmen onu fark etmeyen Jong Hyun neden olmuştu bu gülümsemeye.
Her şeyi biliyorum tavrı takındı lider ve 'Yıldız' diye seslendi bu sefer kapıya doğru. Jong Hyun dalgınlıktan kurtulup ani bir hareketle o yöne döndüğünde, tekrar Yong Hwa'nın yüzüne yayılmıştı o yamuk, zafer dolu gülümsemesi. Ukala bir tavırla kaşlarını kaldırdı. 'NAsıl da biliyorum düşündüğün şeyi' diyordu bakışları.
O sırada da Jong Hyun un yüzü hayal kırıklığı ile düştü.
"Ne var ?"
"Kablo.." Yong Hwa, Jong Hyun un omuzunda çalmaya hazır görünen gitarı işaret etti. "Kabloyu takmazsan kayda başlayamayız."
***
Kaydın ardından Min Hyuk, yalnız kalabileceği bir köşeye çekildi. Gün boyu kafasını kurcalayan çok şey olmuştu. Çok şey ama bir kişi.
Bir hafta önce evine bıraktığından beri, Mika ile konuşma fırsatı olmamıştı.
Genç adam cep telefonunu çıkarttı ve Mika'nın numarasını açtı. Yeşil arama tuşu, çekici bir şekilde Min Hyuk a baksa da, genç adam direniyordu. Bir haftadır Mikanın ne yaptığını merak etmesine rağmen, 'Hiç beni düşündü mü?' sorusu kafasında dolanmasına rağmen direniyordu.
'Bu sabah tesadüfen de olsa şirketin önünden geçtin mi ?' , 'Gördüğüm kapşonlu kız sen miydin?' diye soramıyordu bile.
Çünkü numarayı, Jong Hyun Yıldızla iletişim kurmak için Mikayı aradığında çaktırmadan içinden tekrarlamış ve hemen telefonuna geçirerek elde etmişti. Bu Min Hyuk tan beklenecek bir hareket değildi. Bu kesinlikle her zamanki Min Hyuk değildi. Ama yapmıştı işte.
Elbette Mika dan daha iyi bir durumdaydı. Hiç değilse çatlayana kadar geç kızı bekleyip, tam vaz geçecekken yakalanmamıştı.
'Ya sabahki kız gerçekten oysa ?' diye mırıldandı. Belki kapıya kadar gelip geri dönmüştü. Belki fan diye içeri sokmamışlardı.
Genç adam farkına varmadan arama tuşuna basmıştı bile. Numarayı nereden bulduğu sorusuna verecek yanıtı dahi yoktu.
Telefon yalızca bir kere çalmanın ardından, zorla kesilmiş bir çığlığın son yankısı ile açılmıştı.
"Min Hyuk!!! Ihım.." Genç kızın yüksek sesi bir anda tanınmayacak kadar kibar bir tona büründü. "Alo Kimsiniz ?" Yalnızca son iki kelimesinin duyulduğunu sanan Mika, kendinden emindi.
Min Hyuk gözleri kaybolana kadar gülümsedi.
"Selam, Ben Min Hyuk"
"Ah?" dedi genç kız, sesinin şaşkın ve hevesli olmayan bir tonda çıkması için elinden geleni yaparken. Beyni çığlık komutları veriyordu ama genç kız, ses tellerine ulaşmadan emirleri bastırmayı başarmıştı. "Niçin aramıştın ?"
"Şey.. bir ara sen ve ben.. bir şeyler yeriz belki."
"Anlaştık!"
'Kendini ağırdan satma buraya kadar' diye mırıldandı Yıldız, Mikanın beklenmedik çığlığı üstüne. Söz konuşu Mikayken ne bekliyordu ki zaten ? Yine iyi dayanmıştı.
Yıldıza 'kışkış' işareti yaptı Mika, Min hyuk un kahkahası yüzünden yanakları git gide pembeleşirken.
İşine yaramamasına rağmen, numara için müteşekkirdi ama buradan sonrası özel konuşmaya giriyordu.. giriyor muydu ?.. özel konuşma.. Min Hyukla...
Havada bir sorun olmalıydı. Çünkü Mikanın beyni, oksijensizlik sinyalleri veriyordu. Yada ona benzer bir şeyler..
***
Jong Hyun kafasındaki şapkayı çıkarttı ve yüzünü gölgede bırakacak şekilde Yıldızın kafasına taktı. Genç kız, yünün kızarmaya başladığını hissettiğinde, evden çıkmadan önce, son anda verilen fondöten sürme kararı için şükretti. Ama Jong Hyun onun kadar şanslı değildi ve kafasını yana çevirmek zorunda kalmıştı.
Kısa süreli bir sessizliğin ardından, genç adam boğazını temizler gibi bir ses çıkardı.
"Hong Ki ye fan olduğunu söyleyeceğim. Onu görmek istedin ve bende yabancı olduğun için seni kıramadım. Çünkü bu gün Koredeki son günün."
Yıldız 'öyle mi?' der gibi bir bakış attı Jong Hyuna.
"Ve eğer.." diye devam etti genç adam. "Menejer ile karşılaşırsak, Türkiyedeki fan kulübünün lideri gibi bir şeysin. Ve binlerce Türk pirimadonnayı temsil ediyorsun. Tanışma gibi ufak bir şeyi reddederlerse, Hong Ki'nin yurt dışındaki imajı hasar görür. Anlaştık mı ? "
"Yalan söyleyip menejeri mi tehtid edeceğim ?"
Yıldızın hayran ama bir o kadar da suçlayan bakışlarına mağruz kalan Jong Hyun, 'elden ne gelir' der gibi kollarını iki yana açtı.
"Ben böyle biri değildim. Hepsi senin suçun."
"Benim suçum mu ? 'Seni onunla tanıştırayım mı?' diyen sendin."
"Sadece bu konuda değil.' dedi genç adam. 'Neyse. Sen dediklerimi yap sadece.'
Yıldız fiske atacakmış gibi baş parmağını, orta parmağının tırnağına dayadı ve elini Jong Hyun un alnına dahi uzatıp sessizce tehtid etti.
Bu şirindi. Jong Hyun u gülümsetecek kadar şirin.
Yıldız 'Gülme!' diye çıkışınca, genç adamın gülümsemesi ufak, neşeli bir kahkahaya dönüştü ve FNC'nin garaj girişine doğru yürümeye başladı.
"Hey! Ciddiyim. Canını yakarım!" diye seslendi başta Yıldız, durduğu yerden. Ama Jong Hyun dönmeyince, mecbur o da peşine takıldı genç adamın.
"Odun, odun!" diye tekrarlayarak yoluna devam ediyordu. "Kore odunu!"
Ne de olsa Jong Hyun onu anlamıyordu. Ama merak ediyordu. Bu da bir taşla iki kuş demekti. Genç kız nedenini bilmiyordu ama Jong Hyunu sinir etmek çok eğlenceliydi ve kendine engel olamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Starry Night
FanfictionYıldızla tanışın; O zamanında belki de sizin gibi bir hayrandı. Bu ve Manhwa yazıp kendi ayakları üzerinde durma hayali yüzünden ailesinin desteğini kibarca reddedip Kore'ye taşındı ve zaten çok beklentisi olmadığı bu ülke, Yıldız gibi bir kızın dah...