Baştan uyarayım bu bölüm kısa. Lakin daha fazla bekletmek istemedim. Uzatıp sıkmak ta kötü bir seçenekti. Sonuçta hiç yoktan iyidir demi?
Emre ve ablası, başından beri böyle iyi anlaşmıyorlardı. Daha doğrusu Emre, ablasına hayran değildi. Küçük, şımarık, Yıldızı hayattan bezdiren, yaramaz bir veletti. Hani şu yapmaması gereken şeyleri yapan, elinde makasla gezinip merdivenlerden koşarak inenlerden.
Bir gün yine, annesi arakasından bağırıp yapmamasını söylemesine rağmen, merdivenlerden koşarak indiği sırada ayaklarından biri diğerine takılmış ve dengesini yitirmişti. O sırada merdivenlerden çıkan ablası, kenara çekilip kendini kurtarmak yerine, öne atılıp kardeşini durdurmaya çalışmış, en azından yavaşlatmak istemişti. Ve başarmıştı da.
Lakin bütün darbeyi kendisi almış ve sadece bir iki basamak düşmüş olsa bile kolunu çatlatmıştı ve olayın paniği ile o anki acı da eklenince dayanamayıp bayılmıştı.
Kısa bir süre de olsa, ablasının öldüğünü sanan genç adam, önce ablasının değerini, sonra onu ne kadar sevdiğini, ardından ise Yıldızın ne kadar havalı olduğunu fark etmişti. Ve o günden sonra, ablasının bir numaralı hayranı olmuştu. Mate'den sonra yani.. Ve birde hayrandan çok sülüğe benziyordu Emre..
Buna rağmen, her halukarda önceki halinden iyiydi. Tabi hala şımarık bir velet olduğu ve ne yapacağı belli olmadığı gerçeğini görmezden gelecek olursak.
***
Yıldız fark etmediği bir özen ile hazırlanmıştı.
Vücut hatlarını güzel gösteren uzun, hafif, bordo bir kazak ve siyah, boru paça, kadife bir pantolon. Gevşek bir örgü ile saçlarını toplamış, uzamaya başlayan perçemini ikiye bölüp serbest bırakmıştı. Onun için 'özenle hazırlanmak' buydu.
Gardrobunda bulunan, Mika tarafından hediye edilmiş (zorla alınmış), hiç giymediği, kore tarzı, kısa, sevimli elbisenin ona ne kadar yakıştığı umrunda değildi.
Aynaya baktığında, şimdiye oranla 'daha güzel' olan kız, Yıldız değildi ve Yıldız başkaları ne derse desin, genelde kot ve mevsimine göre kazak veya gömlek, bazen de giydiği t-shirtlerini seviyordu.
Resmi günlerde onu kurtaran eski dostu, sahip olduğu tek eteği de unutmamak gerek.
Kısacası Yıldız buydu ve harika görünüyordu. Kendisi farkında olmasa da.
***
O gün ayna karşısında vakit geçiren tek kişi Yıldız değildi. Jong Hyun'un bütün kıyafetleri dolap dışındaydı ve odası tam anlamıyla savaş alanıydı. Genç adam sonucunu belli olmayan, tehlikeli bir savaşa hazırlanıyordu. Belli mi olur, belki Yıldızdan dayak bile yiyebilirdi. Bu düşünce bir anlığına genç adamı ürpertti.
Jong Hyun heyecanlıydı ama heyecandan çok korku hissediyordu. İçinde bir sıkıntı vardı, onu vaz geçirmek için elinden geleni yapan. 'bunu yapma' demiyordu sanki de 'Onu kaybedeceksin' diyordu bu sıkıntı.
Genç adam buna rağmen pes etmeyecekti. Yıldızdan dayak yemeyi bile göze almışken, ondan gerçekten dayak yese bile vaz geçmeyecekti. Öyle kolay kolay reddedilmeye niyeti yoktu. İlkinde olmazsa, ikinci defa deneyecekti. Yıldız, sıradan biri değildi ve eğer Jong Hyun onu kaybederse, onun gibi başka bir deli bulamazdı.
***
Bütün hazırlıklar tamamlanmış, iki genç aynaları çatlatmıştı.
İlk olarak Jong Hyun un geldiği restorana, Yıldız hemen ardından teşrif etmişti ve hemen yemeğe geçmişlerdi. Çünkü iki salak o heyecandan yemek yiyememiş, bütün dikkatlerini, buluşma için düşünmeye harcamıştı. Ama sonunda bünyeleri isyan etmiş ve yemeğe gömülmüşlerdi.
Karınlarını doyurduktan sonra, tatlı sipariş etmişlerdi ve beklerken Yıldız konuşmaya karar verdi."Bana söyleyeceğin şey neydi ?"
Jong Hyun bir anda gerildi.
"Şey.. Sen de bir şey söyleyecektin. Önce sen söyle."
Yıldız önce Jong Hyun u dinlemek istiyordu. Hem kendi söyleyeceği şey büyük olduğu için, onun diyeceği şeyin arada kaynamasını istemiyordu hemde gideceği gerçeğini ne kadar geç dillendirirse, o kadar iyi olacak gibiydi. Tatlıyı da eğlenceli bir sohbetle yemek istemişti.
"Hayır önce sen söyle."
"Israr ediyorum." dedi Jong Hyun sonrasında fark edeceği bir aptallıkla.
Yıldız önce boğazını temizledi ve "Ben Türkiye ye gidiyorum" dedi.
Jong Hyun bir an durumu kavrayamamış, ardından gözleri kocaman açılmıştı. Bir şeyler söylemek için azını açtı ama ne söyleyeceğini dahi bilmiyordu.
Tansiyonu falan mı düşmüştü ? Neden elleri titriyordu genç adamın? Neden birden üşümeye başlamıştı? Midesindeki bulantının sebebiyle gözlerine biriken yaşların sebebi aynıydı değil mi?
İtiraz etmeliydi! Elini masaya vurmalıydı. 'Gitme! Seni seviyorum' demeliydi lakin boğazındaki düğüm yutkunmasını bile imkansızlaştırıyordu.
'bu gerçek değil' dedi derinlerde bir ses. 'kabus görüyorsun Jong Hyun!' Ama onu uyandırmaya gelen yoktu.
Yumruk yaptığı elini azına dayadı genç adam. Duyduğu cümleyi sindirmesi gerekiyordu.
Sonra bir ışık belirdi onu saramaya başlayan karanlığın içinde. Bir umutla sordu;
"Peki, ne zaman geri döneceksin ?"
"Ben zaten geri dönüyorum Jong Hyun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Starry Night
FanfictionYıldızla tanışın; O zamanında belki de sizin gibi bir hayrandı. Bu ve Manhwa yazıp kendi ayakları üzerinde durma hayali yüzünden ailesinin desteğini kibarca reddedip Kore'ye taşındı ve zaten çok beklentisi olmadığı bu ülke, Yıldız gibi bir kızın dah...