19. Bölüm: "Yedi Gün."

188K 8.4K 564
                                    

K E Y İ F L İ   O K U M A L A R!

19. Bölüm: "Yedi Gün."

İnsanoğlu öylesine bir varlıktı ki kendini bir şeye bağlar ve onun için her şeyi yapabilirdi. Savaşırdı. Son nefesine kadar sadece tek bir şeyi elde etmek için delicesine çabalardı. Böyle bir şeydi işte.

Bu uğurda acı çekebilir, çektirebilirdi.

Bazen öyle kör olurdu ki elindeki iki parçayı birleştirmeyi akıl edemez ve diğer parçaları dener dururdu.

Elimdeki parçaları birleştirmeye çalışıyordum sürekli. Gözümün önündeki en ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmaktan korkuyordum.

Çağrı'nın bir planı vardı ama bana bundan henüz bahsetmemişti. Ve Engin Yaman'ı bulmamızın üzerinden bir hafta geçmişti. Çağrı'yı bu bir hafta içerisinde hiç görmemiştim. Konuşmak için camda bekliyor ve orada uyuyakalıyordum. Gözlerimi açtığımda ise yatağımda oluyordum. Zaman geçtikçe içimde büyük bir boşluk oluşuyordu. Ve o boşlukta yavaş yavaş yitip gittiğimi hissediyordum.

Ata da Çağrı gibi bir haftadır ortalarda gözükmüyordu. Elif ablanın söylediğine göre finalleri başlamıştı. Sınavlarını verir vermez Ankara'ya gideceklerdi. Elif abla ise sessizdi. Öyle sessizdi ki teybi bir haftadır mutfak rafından inmemişti. Mutfaktan evin dört bir yanına neşe saçmıyordu. Gülüşleri solmuştu, yüzü son bir haftada çökmüştü. Tıpkı benim gibi ona da iyi gelen tek bir kişi vardı: Uraz.

Eve neşe saçan bir çiçek gibiydi. Okuldan geldiğinde tıpkı yavru bir penguen gibi peşimde dolanıyor, yatana kadar ardımdan ayrılmıyordu. Açıkçası bundan şikayetçi olduğum söylenemezdi. O benim etrafımda dolandıkça kendimi iyi hissediyordum. Onunla gülmeyi, onu güldürmeyi seviyordum.

Tamay'ın son bir haftada ne durumda olduğunu bilmiyordum. Çağrı'nın verdiği mesajı anlamış mıydı, anladıysa ne yapacaktı gibi aklımda birçok soru vardı. İçim rahat değildi. Onu kollarımın arasına alıncaya kadar bu böyle sürüp gidecekti.

Uzun zaman sonra güneş kendini ufukta belli ederken omzumdan düşen hırkayı düzelttim. Eriyen karların oluşturduğu gölcüğün üzerine beyaz spor ayakkabılarımla basarken avuçlarımın arasına sıkıştırdığım kupayı dudaklarıma yasladım ve dumanı üzerine tüten çaydan bir yudum aldım.

Evin arkasından dolanıp sağ tarafına geçtiğimde tentenin altındaki oturma grubu ilişti gözlerime. Adımlarımı o tarafa yönlendirdim. Yarım saattir bahçede dolanıyordum ve ben ne tarafa geçersem korumalar yavaşça oradan çekiliyordu. Rahatsızlık vermemek için böyle yaptıklarını anlamamak imkânsızdı. Tek kişilik koltuğa oturup hırkamın cebindeki telefonu çıkarttım. Parmağımı ortaya dokundurduğumda kilit ekranı açıldı. Duvar kağıdımda Uraz vardı ve evet bunu kendisi yapmıştı. Kamerayı yüzüne iyice yaklaştırmış, boncuk gibi olan gözlerini kocaman açmış ve gülümsemişti. Telefonu her eline geçirdiğinde bana bir fotoğraf bırakıyordu. Sırf bunun için her gece galerimi kontrol ediyordum. Çünkü onun bu hallerini seviyordum.

Gelmesine çok az kalmıştı. Koşarak yanıma gelecek ve küçücük kollarıyla bedenimi sarıp sarmalayacaktı. Ben de onu kollarımın arasına alıp bebeksi kokusunu içime çekecektim. Her gün bu anı beklerken buluyordum kendimi.

Uraz Soykan; kimsesiz ruhumun ilacıydı.

Sırtımı koltuğa yasladım. Oturduğum yerden girişi rahatlıkla görebiliyordum. Evin sol tarafında büyük bir havuz varken burası çimlendirilmiş ve çoğunluğu boş bırakılmıştı. Oturma grubunun yan tarafında iki tane köpek kulübesi vardı. Kulübelerin üzerinde sahiplerinin isimleri yazıyor olmalıydı ama buradan yazıları net göremiyordum.

KANLI SARMAŞIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin