17. Bölüm: "Yağmurdan Önce Kokusu Gelir."

224K 8.1K 829
                                    

Yorumlarınız benim motivasyon kaynağım, beni bundan mahrum etmeyin. Ben de sizlere uzun bir bölüm için enerji depolayıp hızlıca bölüm yazayım. Yorum yapıp, oy vererek destek olmayı unutmayın. (:

Birçok kişiye bildirim düşmediği için son bölümleri belirli aralıklarla güncelleyeceğim.

K E Y İ F L İ  O K U M A L A R!

17. Bölüm: "Yağmurdan Önce Kokusu Gelir."

Her rengin insanlara hissettirdikleri şeyler vardır. Bana göre kırmızı cezbedici bir renktir. Ama bu çekicilik kanın rengiyle zedelenir. Mavi özgürlüğün rengidir; gökyüzü ve denizlerin rengi. Uçsuz bucaksız hayallerin rengiyken yitirildikten sonra değeri kalmayan bir renktir. Asaletin rengi mordur benim için. Giyilen kıyafette, kullanılan aksesuarda kısacası her yerde asildir. Ama bu asillik yenilen her bir tekmede ve yumrukta çürüyen etlerimizin morluğunda sarsılır. Oradaki morluk asil değildir. Çaresizdir.

Rengarenk dünyalara sahip olmak isteriz ama bir çoğumuz bunu elde edemeyiz. Beyazda başlayan hayatımızda kirlenerek siyahta son olur; sonsuz oluruz. Ama karanlık... Karanlık en önemlisidir. Bu bir renk değildir. Siyahın lekelerine rağmen çok şey öğretir.

Karanlıkta renkler ölür, gerçekler görünür.

Çoğu zaman korkulur ama yine karanlıktır sığınılan liman.

Karanlıktır aydınlığa açılan kapılar.

Son olduğu kadar başlangıçtır da.

Avcumun içindeki bandanayı sıkıca tutarken alnımı arabanın soğuk camına yasladım. Araba evin olduğu korulukta, bir kısmı buza dönen kirli karları ezerek hızla ilerliyordu. Çam ağaçlarının yeşiline karışan beyaz içimdeki karanlığı söküp atmaya yetmiyordu. İçimdeki karanlık tek bir yeşille canlanırdı. Bu da artık imkânsızdı.

Annemin gözleri bir daha dokunmayacaktı gözlerime.

Tekerlerin hızla ezip geçtiği karın sesi dışında arabanın içi sessizdi. Tamay'ı geride bırakmak zorunda kalmıştım. Toparlanıp gidene kadar, içim içimden çıkarken orada onu beklemiştim. Yuvasız bir kuş gibiydi. Kimsesiz ve savunmasız.

Turuncu ve siyah renkli ipek bandanayı okşarken alnımı camın üzerinde kaydırdım, camın soğukluğu saçlarımın arasına karıştı. Bomboş gözlerle Çağrı'ya baktım. Bir eli direksiyonu tutuyor, usta manevralarla arabanın yokuşu çıkmasını sağlıyordu. Dirseği camdayken parmakları kirli sakallı çenesinde dolanıyordu. Sakalları bu üç gün içerisinde biraz daha uzamıştı. Ben ise onlara üç gün önce dokunmuştum. İlk ve son kez.

O gecenin sabahı onun yatağında tek başıma uyanmış, ardında bıraktığı sıcaklığı hâlâ benimleyken uzun uzun düşünmüştüm. Düşünmüştüm ve yine kendime çıkacak bir yol bulamamıştım. Yürümek zorunda olduğum dikenli bir yol vardı ama benim ayaklarım zaten yaralıydı.

Parmaklarım dudaklarımın üzerindeki mühre dokunurcasına kalakalırken beni neden öptüğünü anlamaya çalışmıştım. Normal bir zamanda öpseydi bu kadar düşünmezdim belki. Ama bir adam bir kadını neden ağlarken öperdi ki?

Arzuladığı için mi?

Sevmek istediği için mi?

İçimden bir ses sadece arzulasaydı bu kadar şefkatli, içimi söküp atmak istercesine, can çekişir gibi öpmezdi diyordu. Diğer düşüncenin üzerinde bile durmamıştım. Çünkü kendini sevmeyen bir insanın başkasını sevebileceğini düşünmüyordum. Çağrı sadece etrafındaki insanlara değil, kendisine duvarlar örmüş bir adamdı.

KANLI SARMAŞIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin