0.8

578 65 9
                                    

Gally bize yolda giderken yanında çalışan adamlardan söz ediyordu. Lawrence adlı adam her iki bölgede de yetkisinin büyük olduğunu anlatıp duruyordu. Daha çok Sağ Kol da görev yapıyormuş bazen ise kontrol için burada oluyormuş.

Newt'e baktığımda adamın sözlerinden sıkılmış, başını cama yaslamış bir şekilde gözlerini dinlendiriyordu. Ya da uyumaya çalışıyordu. Önüme baktığımda Lawrence, Newt'e olan bakışlarımı yakalayınca sırıtmaya başlamıştı.

"Ne var?"

"O'na bakarken büyülenmiş gibi gözlerin ışıldıyor."

Afalladım. "Ne?"

İç çekip yüzündeki gülümseme acı bir gülümsemeye döndü. "Eskiden karım bana böyle bakardı."

İçimden "İyi de bundan bana ne?" desem de adamın yüzüne baktığımda söyleyeceklerimi tuttum.

"Peki o şuan nerede?"

"Evde. Tabii eğer o ev hâlâ sağlamsa. Yani anlayacağın onları bıraktım."

Tepkim başımı sallamak oldu. Bakışlarımı yere çevirdim. Sonra olanlar kafama dank etti.

Newt ile öpüşmüştük. Ve bu hoşuma gitmişti. Aslında ilk öpücüğümdü. Böyle olmasını beklemiyordum ama güzeldi işte. Ona tekrar baktığımda uykuya dalmıştı.

Araç durduğunda Gally aşağı indi ve Newt'in başını yasladığı kapıya seslice vurdu.

"Uyan bakalım koca bebek."

Ne olduğunu anlamayan Newt aniden kalkınca kendini korumak amaçlı kollarını önüne doğru kaldırdı. Kendimi tutamadan güldüm. Kapıyı açıp kendimi aşağı ittiğimde Gally'ye doğru yürüdüm.

"Buradan sonrasında yüreyeceğiz."

"Ama Newt-" diye söze başlasamda Gally sözümü kesti.

"Sevgilini senden çok daha uzun süredir tanıyorum, lülekafa. Ufak bir yara yüzünden onu taşıyacak değiliz."

Gözlerinin içinde baktım. Kızgın değildi. Ama öyle görünüyor gibiydi. Bu çocuğu anlamak zor.

***

"Daha ne kadar var?" dedi Newt.

"Biraz sabırlı olamaz mısın?"

"Kapa çeneni çıkıntı."

Newt ve Gally'nin laf dalaşları benim hep gülmeme neden oluyordu. Nedensizce Lawrence'a bakıp gülüşüyorduk. Minik bir tünelde yürüdükten sonra karşımıza pek büyük olmayan bir yaşam alanı çıktı. Burası pek de fena bir yere benzemiyordu. Lawrence, Vince isimli birine seslendiğinde çoğu kişinin bakışları üstümüze çevrildi. Ne olduğunu anlamadan bir kaç kolun üzerine dolandığını hissettim.

"Brenda? Jorge?"

Bu bir hayal miydi yoksa  halisinasyonlar mı görüyordum? Brenda'nın beni çimdiklemeyle kendime geldim.

"B-bu hayal değil" Şaşırmış olan yüzüme büyük bir sırtıma yayıldı. "Aman Tanrım sizi çok özledim."

Sanırım tek ihtiyacım olan şey buydu. Grup tekrar toplanmıştı. Thomas, Minho, Tava, Teresa...

Newt'e baktım. İkimizde yakınlarımızda sarılmalarımızı bitirdiğimiz de bu sefer birbirimize sarıldık.

Mutluluk kelimesinin doruk noktasındaydım. Ailemle tekrar kavuşmuştum. Etrafıma bakınıp mutluluğumun sebebini gözlüyordum.

Tâ ki Brenda yere yığılana kadar.

Brenda'nın önüme yığılmasıyla Thomas ve Jorge'nin onu çadırlardan birine götürmesi yaklaşık 5 saniyelerini aldı. Gözlerim fal taşı gibi açıktı.

"O'na ne oldu?" Bu sorudan çok bir suçlamaya benziyordu.

Minho bakışlarını yerden çevirip bana baktı. "Bendis, o..."

"O ne? O'na ne oldu dedim!"

Kelimeleri söylemekte zorlanıyor gibiydi. Ya da bana nasıl söyleyeceğini bilmiyor gibi. Duyduğum kelimeler ile içimde ki hisler birbirine bir düğüm misali karışmıştı.

"O ısırıldı Bendis. Bir Deli tarafından."

lost minds • tst Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin