Yüzünün solukluğu daha çok yüzünü beyaz gösteriyordu. Beyaz yüzü ve üstünde ki bordo kazak birbirleriyle uyumluydu. Ya da ben öyle düşünüyordum.
Brenda küçüklükten beri güzel bir kızdı zaten. Bir gün uzun saçlarından bıkıp bıçak ile saçlarını kestiğinde bile bu fikrim değişmedi. O'nu tanıdım, tanıyalı her zaman cesur olmuştu.
Zeki ve cesur.
Cesur muyum ya da zeki miyim bilemem. Tek bildiğim Brenda'ya küçüklükten beri olan büyük hayranlığım. Hiçbir zaman umutsuzluğa düşmeyen o kız şuanda önümde yığılmış bir şekildeydi. Bu zamana kadar hep o beni desteklemişti. Şimdi ise sıra bendeydi.
Omzumda bir el hissetmem ile irkildim. Bu elin kime sahip olduğunu tahmin etmek zor değil. Yanıma oturdu.
"Özlem gideriyorsunuz galiba."
Espri kaldırabilecek durumda değildim. Yine de gülümsedim.
"Brenda uyandığında Sonya bize haber verir Bendis. Çık biraz hava al." dedi gülümseyerek.
Başımı sallayıp ayağa kalktım. Bir saniye Sonya da kimdi?
Çadırdan çıktığımda soğuk hava ile irkildim.
"Um, Newt?"
"Evet Bendis."
"Sonya da kim?"
Gülümsemesini seviyordum. Ama bu, soruma karşılık gülmesi kendimi küçük düşmüş hissetmeme neden oluyordu. Kaşlarımı çatmış yüzüne bakarken kollarımı göğsümde kavuşturmuş cevabını bekliyordum.
"Burada ki kızlardan biri işte. Neden sordun?"
Asalak.
"Hiç. Merak etmiştim."
Konuşurken küçük bir tepeye çıkmış, etrafı seyrediyorduk. Thomas bize buraya nasıl geldiklerini anlatıyordu. Tünellerden geçtiklerini, oradaki Deliler'den nasıl kaçtıklarını ve o lanet ısırığın nasıl olduğunu anlatmıştı. Ne zaman aklıma gelse tepkisel olarak sinirleniyordum. Newt, elimi yavaşça kanadı kırık bir kuşu almışçasına avuçlarının arasına aldı. Tırnaklarımı avuç içime batırdığımı şimdiye kadar fark etmemiştim. Gülümseyerek elimi çektim fakat elimi tuttu ve kendine çekip aniden dudağıma kısa bir öpücük kondurdu. Şaşkınlıkla gözlerim açıldı.
"Küçük Newtie kendine bir hatun mu buldu yoksa?" Minho'nun sözleri, kendimi kırmızı bir domates gibi hissetmeme neden oldu.
"Kapa çeneni Minho." Newt hâlinden memnundu.
Thomas ve Tava ise üçümüze bakıp gülüyordu. Her şey yoluna girmiş gibi görünüyordu. -Tâbii Brenda'nın ısırılmasını saymazsak-. Böyle durumlarda her zaman canımı sıkan bir durum beliriyordu zaten.
Topluluğun arasında ki sesler çoğalmaya başladı. İnsanlar tek bir yerde toplanıyordu. Silahın patlama sesiyle hepimiz ayaklandık.
Thomas hepimizden önce davranarak aşağı inerken onu takip ettim.
***
İnsan bolluğunun içinde insanları itiştirerek ilerliyorduk. Topluluğun önüne geçtiğimizde yerde yatan üniformalı bir adam vardı. Karnını tutuyordu. Alakasız olabilirdi ama o üniformayı bir yerden hatırlıyor gibiydim. Vince elinde bir kask ile yerde ki adama bakıyordu. O'nu hırpalamaktan bıkmış, hızlı nefesler alıyordu.
"Şu köpeği taşımama yardım edin. Herkes dağılsın millet!"
Çadırlardan birine girip adamı yere bıraktık. -Aslında onlar bıraktı, ben ise onları izledim.- Adamın üniformasını daha yakından inceleme fırsatım olduğundan bunu değerlendirip çömeldim.
"Vince, kaskı bana verebilir misin?"
"Neden kaskı istiyorsun çocuk?" Kaşlarını çatmış anlamaz bir biçimde bana baktı.
"Sadece veremez misin?"
Vince istemsizce kaskı uzattı. Elinden alıp kaskı ve üniformayı incelemeye başladım. Bunu bâzı İSYAN çalışanları giyiyordu. Tâbii elinde silahla birilerinin kıçını tekmeleyen çalışanlardan bahsediyorum.
"Bu züppe, ajan olarak aramıza sızmaya çalıştı." dedi Vince.
"Hangi çıkıntı bu kıyafetlerle aramıza sızmaya çalışır ki?" Bazen Minho'yu ne kadar haklı bulduğuma ben bile şaşırıyordum.
Sarışın bir kız çadıra nefes nefese bir şekilde daldı. Koşmuş gibi görünüyordu. Ördüğü saçlarından çıkan yerleri kulağının arkasına sıkıştırdı. Nefesini düzenliyordu.
"Bugün konuşacak mısın acaba Sonya?"
Ah yani şu "meşhur" Sonya'mız buydu.
"B-Brenda. O uyandı."
En azından güzel bir haber getirmişti. Yani sanırım...