Thomas, Newt ve birkaç kişiyi toplamış, küçük tepenin üstünde oturuyordu. Olabildiğince sessiz olmaya çalışıyorlardı. Ateş yakılmıştı ama diğerleri bunun akşamdan kalma olduğunu düşünüyorlardı, bu yüzden sorun yaratmazdı.
Thomas, silah alma işinde Vince onu yakaladığı için görevi ben üstlenmek zorunda kaldım. Thomas, Vince tarafından küçük bir çocuk gibi azarlanırken işimi çoktan halletmiştim bile.
Yanlarına yavaşça yaklaşıp "Hey." Dedim fısıldarcasına.
"Şuna bakın, Bayan Newt aramıza katılmış."
"Kes sesini Tava. Selam." Newt, Tava'yı uyarmıştı ama hoşuna gittiği belliydi. Zaten hep böyleydi. Hoşuna gidiyordu, sadece utandığımı bildiği için onları susturuyordu.
Hâlâ aramızdaki ilişkiyi çözebilmiş değildim. Newt bana güzel sözler söylüyordu, öpüştük, etrafımızdakiler bize isim takıyor, ben ise Newt olmadan bir yere gitmeyi kabul etmiyorum. Belki Brenda olsaydı -yani Deli olmayanından(!)- bana fikrini söylerdi.
Ah ne diyorum ben. Şuanda pek sırası olmayan şeyleri düşünüyorum.
"Hazır mıyız?" Dedim kendimi toparlamaya çalışırca.
"Sabahtan beri seni bekliyoruz lüleli pasta."
"Lüleli pasta mı? Sahi, lüle ne demek?" Soruma karşılık birkaç Kayranlı güldü.
Bir şeyler sormanın cahilce değil, aksine olduğunu düşünüyordum. Bilmediğim şeyleri öğrenmenin nesi yanlış anlamıyorum, bazı insanlar böyle yapıyor. Bunu dalga konusu yapıyor bu yüzden diğerleride soru sormaya utanıyor. Brenda gibi.
Göz ucuyla ona baktım. Her zaman ki gibi yorgun görünüyordu. Onu böyle görmeye dayanamıyordum.
"Lüle, dışkı anlamına geliyor." Dedi Newt anlayışla.
Yüzümü buruşturdum. "İyi, lüleniz varsa yapın. Yolda sizin çişinizi yapmanızı bekleyemeyiz."
"Sen gelmeden her şey halledildi Bendis. Çantalar bile hazır." Dedi Thomas gülerek.
"Peki. O zaman, gidelim."
"Nereye gitmeyi düşünüyordunuz acaba?"
Siktir. Vince'in burada ne işi vardı?!
"Vince! Bu saatte, burada ne işin var?"
"Tesadüfe bakar mısın, bende tam bunu size soracaktım Bendis." Dedi. Sinirli miydi, dalga mı geçiyordu bilmiyordum ama bence iki seçenekte su yüzüne çıkmış görünüyordu.
"Size en yakın zamanda yola çıkacağız demiştim. Kelimeleri algılayamıyor musunuz?" Vince artık püskürerek konuşuyordu. Ama bize değil, Thomas'a doğru bakarak söylüyordu bu sözleri. Dilimizi yutmuşça orada öylece duruyorduk.
"Bütün fikir benimdi Vince." Vay be, demek konuşabiliyorsun Bendis.
"Neden bir kere dediğimi anlamıyorsun sen? İstediğim an sizi buradan çıkarabilirim ama siz sorun çıkarmaktan başka bir şey bilmiyorsunuz."
"Bak, İSYAN sadece birkaç kilometre ötede olabilir. Senin ise sadece düşündüğün şey Güvenli Bölge'ye gitmek. Peki gide-"
"Bana bak, onları senden daha iyi tanıyorum. Yıllardır onlardan kaçıyorum ve sonunda tam kurtulacakken başıma sorun açıyorsunuz."
Kelimeleri fısıldayarak söylüyordu fakat âdeta bağırıyordu. Her kelimeyle yerin dibine daha çok giriyordum.
"İstesem sizi buradan hemen şimdi atabilirim. Ama yapmıyorum. Peki neden? Bana mantıklı bir açıklama bile yapamazsın. Tek düşündüğün kendi kıçını kurtarm-"
"Yeter! Kes artık! Asıl sen kendi kıçını kurtarmaya bu kadar meraklı olmasaydın gerçekleri görebilirdin. Anlamıyor musun, Teresa elindeki lanet olasıca telsizle İSYAN'ı buraya çağırdı." Elimde olmadan bağırıyordum. Kimin uyanacağı umrumda değildi.
Birkaç kişi çadırdan çıkmış bize bakıyordu. Sesimi alçaltarak cümlelerime devam ettim. "Şuana kadar Brenda'yı bir kere bile dinlemedin. Peki neden? Her ısırılan anında Deli'ye dönüşmüyor Vince. Kimse ısırıldığı için onu dinlemiyor, ona inanmıyor, umursamıyor. Belki bilmiyorsun ama herkes etrafta gezinirken Brenda neyin ne olduğunu herkesten daha iyi biliyordu. Tüm gün yataktan çıkmayıp yapabileceği başka bir işi yoktu çünkü." Şu sırada en son isteyeceğim şey ağlamaktı. Gözlerim çoktan dolmuş, sinirlerim alt üst olmuştu. Brenda konusunda hassas olduğumu biliyorlardı. Elimin tersiyle gözümden akan yaşı hızlıca sildim. "Eğer hâlâ sorun yarattığımızı düşünüyorsan hemen, şimdi bizi buradan at."
Vince'in çatık kaşları yerinden oynamamıştı. Ne hissettiğini veya düşündüğünü söylemek imkansızdı. Sağ Kol'dan atılmaktan ödüm kopuyordu ama söyleyeceğimi söylemiştim. Aramızda garip bir sessizlik vardı. Geçen saniyeler bana bir asır gibi geliyordu. "Konuşsana artık bok herif!" Diyerek ona çemkirmemek için kendimi zor tutuyordum. Fark etmemiştim ama konuşurken titremem başlamıştı. Brenda'ya bakmaya cesaret edemiyordum. Vince sonunda bir yaşam belirtisi vererek sinirle nefes verdi.
"Thomas. Git Sonya'yı uyandır, diğerlerine haber versin. Yola çıkıyoruz."