Bölüm 12

269 38 2
                                    

Neden burada olduğunu bilmeyen adam neden saklanıp da karşısındaki manzarayı izlediğini de açıklayamıyordu. Buraya gelmesinin hiçbir mantığı yoktu. Her şey plana uygun gidiyordu ama neden canı bu kadar acıyordu bilmiyordu. Bir an saklandığı ağacın arkasından çıkıp Jae Hyun'un burnunu kırma isteğine engel olamayacağından korktuğu için yumruğunu yaşlı ağaca geçirmişti. Parmaklarını elinin ayasına bağlayan boğumlardan akan kanın ılıklığını hissedemiyordu.

Canı o kadar çok yanıyordu ki kendi kendine verdiği acılar tesir edemiyordu sanki. Niye bu kadar canının acıdığını da anlamıyordu belki de anlamak istemiyordu. Anlarsa bu zamana kadar kaçtığı her şeyin onu yakalamasından ve boğmasından korkuyordu. Sera ve Jae Hyun'un oturduğu açıklıkta yıllar öncesine dönmüştü. Sera'ya ilk kez bu kadar yakınlaşabildiği ve hemen ardındaki günlerde ondan hiç olmadı kadar uzaklaştığı günlere.

Yıllar önce geldikleri yaz mampında akşam üzeri ortadan kaybolan kızı ilk fark eden kişi olmuştu Yoon Jae. Sera'nın başına bir şey gelirse bundan sorumlu tutulacağını adı gibi biliyordu. Hem kızın annesi hem de kendi annesi gelmeden önce ona dikkat etmesi konusunda uyarmışlardı ama işte buzlar prensesi yine onun başını belaya sokmaya karar vermişti. Baktığı hiçbir yerde kızı bulamamak onu hem kızdırıyor hem de korkutuyordu.

Görevlilere söylemesi halinde bunun direk Sera'nın annesine iletileceğini biliyordu bu yüzden onlara da haber vermek istemiyordu. Ne olursa olsun Sera'nın annesine bulaşmama kararı almıştı üç yıl önce. Hayatının en kötü günüydü o gün ve bir daha asla Sera ve annesinin arasında kalmayacağına yemin etmişti. Tek yapması gereken baş belasını bulmaktı ama saatler ilerledikçe umudunu kaybediyordu.

Son çare ormana bakarken bulamazsa ne yapacağını sorup duruyordu kendi kendine. Hava kararmıştı ve ormanın onun için ne kadar tehlikeli olabileceğini tahmin bile edemiyordu. "Sera! Sera neredesin? Sera!" diye bağırmaktan boğazı acımıştı. Hızlı yürürken karanlık yüzünden göremediği kayalar ayaklarını yaralıyor, çalılar kollarını ve yüzünü çiziyordu. Ormanda o kadar derine gitmişti ki Sera'nın bu kadar uzaklaşabileceğine inanmıyordu artık.

"Sera seni bir elime geçirirsem yemin ediyorum öldürceğim! SERA! SHIN SERA!"

Bağırışlarının tonu korkusuyla eş orantılı olarak artıyordu. Her seferinde onu endişelendiren kıza kızmaktan kendini alamıyordu.

Uzaklaşan bir far gördüğünde aklında geçen bir ton kötü senaryo vardı. Sera'yı ormanın içine kadar çekip kaçıran çocuk hırsızlarından tut da on binlerce başka kötü senaryo daha. Büyük bir imparatorluğun tek prensesinin gecenin bu saatinde ortadan kaybolmasını başka türlü açıklayamıyordu. Gözlerine yaşlar birikmeye başlarken kendi kendine kızmaya da başlamıştı.

Bencilce düşünceleri yüzünden kızın annesine haber vermediği için ona bir şey olursa bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacağını bilmediği anda kafasına düşen bir dal parçası ile irkilmişti. Bir kuşun havalanması ile kırılan dalın düştüğünü düşünüp söylenerek uzaklaşırken tanıdık bir ses "Ya! Bu kadar kalın kafalı olmak zorunda mısın Park Yoon Jae" demişti.

Yoon Jae fena halde rahatlamış ve bunu saklamaya fırsat bulamadan kafasını kaldırmıştı. Dalın birine tünemiş keyifle onu izleyen kızı gördüğünde ise tüm kızgınlığını unutup "Şükürler olsun" demişti. Sera onun bu tepkisine şaşırsa da belli etmemiş ve "Ne işin var burada?" diye sormuştu. Bu soru çocuğun unuttuğu öfkesini gün yüzüne çekmiş ve "Lanet olsun Sera bunu bana sen mi soruyorsun?! Kimseye haber vermeden nereye kayboldun sen! Ayrıca oraya nasıl çıktın!" demişti hayretle. Kızın üzerindeki beyaz elbise ile bir ağaç perisi gibi görünse de oldukça garip bir görünümü vardı.

Gölgedeki BenlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin