Göz açıp kapayıncaya kadar Pazartesi gününe giriyorum. Doğruyu söylemem gerekirse bugünümü bütün çıplaklığıyla ifade edebilecek tek kelime;
Berbat! (Pazartesi bana girdi!)
Zeynep'le hala konuşmuyorum. Bir de buna (zaten yeterince sıkıntı çekmiyorum ya) Melis'in de tribi eklenince Pazartesi'm gerçekten çok boktan geçiyor.
Özür dilemek istemiyorum aslında, haklı olduğumu düşünüyorum. Zeynep'in söylediklerine ve yaptıklarına bir anlam yükleyemiyorum. Hayır yani, her şeyi anlarım da 'İleride anlarsın' ne demek ya! İlkokul bebesi miyim ben? (Geriye dönüp bakınca fark ediyorum ki gerçekten ilkokul bebesiymişim :/)
2. Dönemin ilk birkaç haftası olaysız geçiyor. Yine bir Pazartesi sabahı sırama oturuyorum ve kalem kutumu açıyorum. Rutin işleri tekrar ediyorum işte; Ev, okul. Okul, ev. Beynimde bu 'Pazartesi Rutini Zinciri' dönerken birden kalem kutumun içinde bir not fark ediyorum. Kenarları pembe bir defter sayfasından kopmuş bu kağıdı tanımam uzun sürmüyor. Melis'in defterinden kopan parçaya bakıyorum bir süre. Notu açmak için içim içimi yiyor ama bir yanım da 'açmaa!' diye feryat ediyor. Beni az çok tanıdınız zaten, herhalde ne yaptığımı tahmin etmişsinizdir.
Dayanamıyorum ve notu açıyorum. Upuzun bir not. Başlık konmamış. Altında Melis ve Zeynep'in kendi imzası var.
Ne lan bu? Garip bir ruh haliyle notu okumaya başlıyorum;
"Sevgili Gizem,
Uzun zamandır bizimle olmadığın için (ne uzun zamanı lan okuyan da yıllardır yokum sanacak) bazı gelişmelerden haberdar değilsin. (Vay vay, süslü kelimeler de öğrenmiş benim kankalarım) Öncelikle, yapmak üzere olduğumuz her şey için senden özür dileriz. Amacımız seni kırmak değil. Ancak bilmiyorsun ki Zeynep'in annesi birkaç gün önce vefat etti. Zeynep artık dayanamıyor sanırım. Beni de biliyorsun zaten... (Dip Not: Geçen sene Melis'in babası öldü) Tahmin edersin ki benim de dayanacak gücüm kalmadı. Bu günlerde bence ikimiz de birbirimize destek olmalıyız. Yani Zeynep'le ben. Zaten ilk Teog'umuzda bok gibi geçti biliyosun, herkesin de dediği gibi bizden bi bok olmaz. Senin kafan basıyor ama matematiğe falan, halledebilirsin. Lütfen bunu okuduktan sonra peşimizden gelme ya da bizi engelleme. Biz ne yaptıysak kendi isteğimizle ve senin iyiliğin için yapıyoruz. (Buraları Zeynep yazmış olmalı) Aslında o kadar saf ve temizsin ki, mektubun şurasında bile ne yapacağımızı gerçekten anlamamışsındır. (Gerçekten anlayamamıştım) Üzülmeni istemiyoruz, ikimiz de seni seviyoruz. Kendine iyi bak ve güçlü ol. Asla başkaları için kendini değiştirme. Ve lütfen bizim kadar güçsüz olma. Seni çok seven, belki de hiç affedemeyeceğin arkadaşların, "
Bir süre oturduğum yere yapışmış gibi hissettim. Robotsu hareketlerle notu kalem kutuma geri koydum.
Anlamamıştım.
İlk ders Matematik'ti. Özetlemem gerekirse kadının yaptığı sözlü götümüze girdi. Bu kadar yani. Kafam o kadar dağınıktı ki hocanın ne dediğini duyamıyordum. Öyle ki zilin çaldığını bile algılayamaz hale gelmişim. Herkes sınıftan çıkınca zilin çaldığını fark ettim. Aklım hala o nottaydı. Ayağa kalktım. Bir süre öylece kalakaldım.
Birden sınıfa koşa koşa 6. Sınıflardan (salak çocuğun biri) girdi ve avazı çıktığı kadar bağırdı;
"Kızlar tuvaletinde iki kız bileklerini kesmişleeeeeer!"
Bunu algılayabilmem için aynı lafı üç dört kez tekrar etmesi gerekti.
Hiç beklemeden üst kata çıktım. Bir yandan da kim olabileceğini düşünüyordum. Bence intihar saçmaydı. Ya da sonuna kadar mücadele etmek benim ruhumda vardı, bilmiyorum. Üst kat tıklım tıklımdı. Öğretmenler delirmiş gibi bağırıp önüne gelene emirler yağdırıyordu;
"Uzaklaşın çocuklar! Uzaklaşın! Ambulans gelecek yol açın!"
"Çocuğum çekilsene ayak altından! Ne bakıyorsun sen oraya? Dağılın!"
"Çekilin şuradan, sağlık ekipleri gelecek, yol açın!"
Bu keşmekeş içinde ne yapacağımı şaşırdım. Tuvalete yaklaşmaya çalışıyordum ama herkes delicesine birbirini itiyordu. Son çare olarak milleti itmeye başladım. Önüme gelene sövüp saydırdım ve en sonunda en öne geçmeyi başardım.
İçimi kaplayan endişe, huzursuzluk hissi ve baş ağrısından kurtulamıyordum. Biraz sonra midemin de bulanmaya başladığını fark ettim. Biraz orada durduktan sonra nihayet bir öğretmenin dikkatini çekebildim. İlkokuldan beridir en sevdiğim öğretmene, Türkçe Öğretmeni'me kaçamak bir bakış attım. Anında yanımda bitti;
"Ne arıyorsun burada? Hem de en öndesin, ilgini çekmez sanırdım böyle şeyler." Dudaklarını büzerek bana bugün bile anlamını veremediğim bir bakış attı.
"Tuvalette iki kişinin bileklerini kestiği doğru mu?" (Konuşmama inceden inceden bir ambulans sesi eşlik ediyordu.)
"Sen bunu nereden duydun?" Türkçe Öğretmeni'mi şu kadarcık tanıyorsam kaçamak cevaplar vermesi demek tuvalette gerçekten iki kişinin bileklerini kestiğine yemin edebilmem demek.
"Ben bunları tanıyor muyum?" Diyorum ağzından bir laf alabilmek umuduyla. O sırada sağlık ekipleri geliyor ama kalabalıktan geçecek yer bulamıyorlar.
Türkçe Öğretmeni'min bağırarak uzaklaşması, bu sorumun cevapsız kalması demek. Arkasına bakmadan giden ve önüne geleni iten Türkçe Öğretmeni'ni izliyorum ve düşünüyorum. İçeride kim olduğunu bilmem gerek, şu anda olanları o notla bağdaşlaştıramıyorum ama...
O anda beynimde şimşekler çakıyor ve bu işi garantileyecek bir çözüm buluyorum. Tabii ya! Bunu neden daha önce düşünemedim ki? Ne kadar gerizekalıyım.
Zeynep'i cep telefonumdan arıyorum. Ekrandaki 'Herşeyim♥' yazısına takılıyor gözüm.
Bir süre bekliyorum.
Telefon tuvalette çalıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Femme Forte (girlxgirl)
Romance(Bu kitap kurgu değildir. Okuduklarınız kişiler, yer ve zaman değiştirilerek önünüze sunulmuş bir lezbiyenin hayat hikayesidir.) Ben tekli bir koltukta yalnız başıma oturup servistekileri süzerken onun test çözdüğünü görüyorum. Sonra servis ani bi...