Beynimin içinde Zeynep'in telefonunun zil sesi (5SOS/She Looks So Perfect) çalıyor. Ne kadar süredir orada dikildiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Kalabalıktan sıyrılıp yanımdan geçmeyi başaran üç kişilik sağlık ekibine bakıyorum.
Bacaklarım beni daha fazla taşıyamıyor. Oracıkta dizlerimin üstüne çöküyorum.
Zeynep'in gözlerini düşünüyorum. Ne zaman baksam bana güven veren ve bakışlarıyla adeta 'ben burdayım!' diyen o bir çift göz... Ne zaman ihtiyacım olursa hep sığınabileceğim ve beni olduğum gibi kabul eden o güzel yüz...
Bunu bana neden yaptı?
Telefonu hala çalıyor. Tuvalette yankı yapan o ses yere iyice çökmeme neden oluyor.
Kalbim sıkışıyor. Vücudumun istemsizce titremesine engel olamıyorum. Her tarafım zangır zangır titriyor.
Bu acıya dayanamıyorum.
"Gizem, canım..." O an bana bir annenin çocuğuna gösterdiği şefkatle sarılan Türkçe Öğretmenim bile beni anlayamaz. Beni anlayamadığı halde hep bana destek olacakmış gibi davranması gerçekten çok...
Yapmacık?
Ellerimle yüzümü kapatıyorum. Sevgilisi siktiğimin bir tuvaletinde yaşam mücadelesi verirken elinden hiçbir şey gelmeyip sadece eli kolu bağlı izlemek zorunda olan o değil sonuçta değil mi? Beni ne kadar anlayabilir ki?
Sinirden gözlerim doluyor. Tuvaletteki doktorlardan birinin bağırdığını duyuyorum;
"Çabuk olun, hastayı kaybediyoruz!"
Tuvaletin kapısı kapalı olduğu için içeride olanlardan bihaberim. Ama bir doktorun 'hastayı kaybediyoruz' demesinin de ne demek olduğunu bilmeyecek kadar da gerizekalı değilim. Kalabalığın ne düşündüğü konusunda hiçbir fikrim yok, çünkü onları duyamıyorum. Beynim kendini dış etkenlere karşı kapatmış.
Türkçe Öğretmenimin bana daha sıkı sarıldığını hissediyorum. O da korkmuş ve endişelenmiş.
Şaşırmıyorum. Zeynep'le Melis'i çok severdi zaten. Melis'i babası olmadığı için onu kendi çocuğu gibi görür ve sahiplenirdi de.
Bu düşünceler aklıma Zeynep'in annesini getiriyor. Başım zonkluyor. Bana neden annesi öldüğü zaman haber vermedi ki?
Tamam, birkaç gün ona trip atmış olabilirim ama başka ne yaptım ki?
Benim suçum ne?
Hani bazen bir şeyin olacağı içinize doğar ya, o an içinizdeki o sese inanmasanız bile içinize doğan şey doğru çıkar. Bazı şeyleri ne kadar reddederseniz edin, acı gerçek kapıya dayanıp sizden hesap sormaya geldiğinde eliniz hep boş olur.
İşte, sağlık ekiplerinin tuvaletten çıkardığı üzeri örtülmüş cesedi izlerken de ellerim boş, gözlerim doluydu.
Etrafımdaki herkes konuşuyordu. Yanımdaki iki kişinin konuşması aynen şöyleydi;
"Oha Zeynep ölmüş oğlum baksana, üstünü örtmüşler bi de." Konuşan kişinin sesinde en ufak bir duygu olmadığını fark ediyorum.
"Banane lan, kız ibneydi zaten abi." Diyor kalın bir ses. Başka bir kız sesi,
"Beyler ne konuştuğunuza dikkat edin," Diyor. Birkaç homurdanma işitiyorum. Biri yüksek sesle öksürüyor.
"Önünüze bakın." Diyor kız. Sesler kesiliyor.
Melis'in içeride yaşam mücadelesi verdiğini biliyorum ama buradan çıkmam lazım. Duvarlar ve insanlar üstüme üstüme geliyor. Dayanamayacağım galiba.
Bedenimi bana sımsıkı sarılan Türkçe Öğretmenimden kurtararak başlıyorum işe. Bana bir şeyler diyor.
Anlamıyorum.
Kalabalığın arasından sıyrılıyorum. Tek düşündüğüm buradan uzaklaşmak. Arkamdan birilerinin bana seslendiğini duyuyorum. Ne dediklerini anlayamıyorum, açıkçası anlamak da istemiyorum. Sendeleyerek Zeyneplerin sınıfına giriyorum. Zeynep'le Melis'in oturduğu sıranın başında dikiliyorum. Titrememin geçmesini bekliyorum.
Titremem durmayınca Zeynep'in çantasını elime alıyorum. Elimi çantanın içine sokup ustalıkla gizlenmiş sigara paketini ve Zeynep'in en sevdiği sarı çakmağını çıkarıyorum. Bir süre sigarayla çakmağa bakıp kararımı veriyorum. Hiç düşünmeden ikisini de üzerimdeki deri ceketin cebine atıyorum.
Sarhoş olmuş gibiyim. Sınıftan çıkarken gözlerim kararıyor, o ana kadar aklıma gelmeyen ailem nedense şimdi (ne kadar zorlarsam zorlayayım) aklımdan çıkmıyor. Onları düşünmemeye çalışıyorum. Şu anda her şeyden uzaklaşıp yalnız kalmaya ihtiyacım var.
Birilerine sarılmaya ve bana 'her şey geçti.' diyecek herhangi bir insana ihtiyacım var.
Merdivenin trabzanlarına tutunarak binbir güçlükle aşağı iniyorum. Yine sendeleyerek okulun arka bahçesine gidiyorum.
Sigarayı çıkarıyorum. Bir süre paketle bakışıyorum. Paketten bile Zeynep'in kokusu geliyor. Duvara yaslanıp elime sarı çakmağı alıyorum ama ellerim titrediği için çakmağı tutamıyorum. Birkaç kez yere düşen çakmağı alıyorum.
Üçüncü denememde sigarayı yakıyorum.
Gözlerimden akan yaş sigaramı tutan parmaklarıma değiyor. Bunların başıma neden geldiğimi anlamıyorum.
Anlayamıyorum!
Günahkârım diye mi bütün bunlar?
Cehennemde yanacağım için mi?
Neden?
Neden!
Bir cevaba ihtiyacım var.
Bir cevaba hemen ihtiyacım var!
Boş bir bahçede geride kalanlar için ağıt yakmak gibisi yok. Az önce bitirdiğim sigara paketine bakıyorum.
Beynimin içindeki ses Melis'e de beni bırakmaması için yalvarıyor.
O an elimde kalan son şeyin Melis olduğunu fark ediyorum. Trajikomik bir biçimde onun bile yaşayıp yaşamadığından emin değilim. İçimden kendi halime gülüyorum. Ellerimle yüzümü kapatıp bir süre kendi karanlığıma gömülüyorum.
Hayat çok acımasız.
Gülmeye başlıyorum. Kahkahalarım bütün bahçeyi inletiyor.
Kendimi durduramıyorum.
Birkaç dakika boyunca histerik bir şekilde gülüyorum. Biraz sonra birden gülmem kesiliyor.
Yere oturuyorum.
Gözyaşlarımı tutamıyorum.
Hayat çok acımasız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Femme Forte (girlxgirl)
Romance(Bu kitap kurgu değildir. Okuduklarınız kişiler, yer ve zaman değiştirilerek önünüze sunulmuş bir lezbiyenin hayat hikayesidir.) Ben tekli bir koltukta yalnız başıma oturup servistekileri süzerken onun test çözdüğünü görüyorum. Sonra servis ani bi...