Telefonum çalıyor. Ekrandaki 'ANNE' yazısını görüyorum ve açmıyorum. Aynı numara beni altı defa arayıp hayattan bezdirene kadar numarayı açmamakta direniyorum.
Hışımla telefonu açıyorum.
"Ne var?"
Kısa bir sessizlik oluyor.
"Karşında annen var, başçavuşun beygiri değilim ben."
Bıkkın bir şekilde cevap veriyorum;
"Efendim anneciğim?" (Anneciğim'i özellikle vurguluyarak ve sesimi incelterek söylüyorum)
"Eve gelirken ekmek al. Ezan okunmadan (hava kararmadan demek istiyor) evde ol."
Annemin sesi birden kesiliyor.
Telefondan gelen küçük bir 'dıt' sesi konuşmanın bittiğini yüzüme vuruyor.
Bugünlerde annemle (ve ailemle) aramız böyle.
Sabahın 7'sinde evden çıkıp akşam 8 buçuk gibi evde olduğumdan dolayı sanırım.
Belki biraz suçlu olabilirim.
Gerçi evde olduğum zaman (tabii beni evde bulabilirseniz) yaptığım tek şey test çözmek. Test çözmediğim zaman ya bizim apartmanın karşısında oturan kankam Aybüke'yle takılıyorum ya da kendi kendime gölge boksu yapıyorum. Boks dışında severek oynadığım bir tek basketbol var. 6 yıldır basketbol oynadığım halde eskisi kadar zevk alamadığımdan olsa gerek yakın bir zamanda onu da bıraktım.
Telefonum tekrar çalıyor. Kimin aradığına bakmıyorum bile.
Zaten bu saatte beni annemden başka kimse aramaz.
"Efendim anne?" İç çekiyorum.
Karşı taraftan ufak bir kahkaha geliyor.
"Anne?" Tekrar gülüyor.
Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp arayana bakıyorum.
Alison.
İçimden arayana daha önce bakmadığım için kendime küfrediyorum.
"Eeuvv, eee, Alison?"
"Anne demen daha çok hoşuma gitmişti."
Piç.
"Kes sesini."
Alison hafifçe öksürüyor;
"Neredesin?"
İstemsizce kaşlarımı kaldırıyorum.
"N'apıcan?"
Alison derin bir iç çekiyor.
"Bi' cafede falan buluşalım mı?"
Bir süre düşünüyorum.
"Ekmek alıp eve gitmessem beni evlatlıktan reddedebilirler."
Gülüyor.
"Hmm, yarın uygun olur musun?"
Sırıtıyorum.
"Sizi görmek içinse, her zaman Miss."
"Miss mi? Onu külahıma anlat sen."
Karşılıklı gülüşüp telefonu kapatıyoruz.
Birden içime çok garip bir his oturuyor. Bu his bana her haliyle garip hissettiriyor, karnımda adeta altın kanatları olan bir kelebek sürüsünü uçuşturuyor.
Gerçekten çok garip.
Şu anda tam olarak tanımlayamıyorum ama yakın bir zamanda anlayabilirim sanırım.
O garip hissin üzerinde pek fazla durmuyorum ve annemin istediği ekmeği alıp evin yolunu tutuyorum.
Apartmanın önüne geliyorum ve telefonum tekrar çalıyor.
Ne demiş atalarımız: Papaz bile pilavı bir kere yermiş.
Bu sefer arayana bakıyorum. Simsiyah ekranda Aybüke'yle olan fotoğrafımız adeta parlıyor. Gülümseyerek telefonu açıyorum.
Her zamanki gibi Aybüke birden lafa atlıyor;
"N'aber canım?"
Cevap vermek için ağzımı açıyorum ama hızlıca (ve büyük bir ustalıkla) sözümü kesiyor;
"Ay, aşkım! (kendisi cicili bicili konuşmaya bayılır da) Şimdi selamlaşmadık ama... Ay neyse, biliyomusun bu sene kırmızı ve mor çok moda. Bilmem ne dergisinin falanca sayısında bahsediyorlardı da pek dikkate almamıştım, ama şimdi falanca ünlünün üzerinde gördüm o kırmızı ve mor kreasyonları. Tabii bunu gördükten hemen sonra gittim kendime kırmızı ve morlardan oluşan bir kreasyon oluşturdum-"
"Kanka." Şimdi sözünü kesme sırası bende.
"Efendim miniğim?"
Bana 'miniğim' demesinden tiksiniyorum.
"Yeter."
Sesi bir süre kesiliyor. Konuşmaya devam ettiğinde sesi biraz kırılmış geliyor.
"Peki bebeğim."
Kırılan kalbini onarmak için bir çaba sarf etmiyorum. Biraz havadan sudan konuştuktan sonra telefonu kapatıyorum ve az önce çıktığım merdivenlere bakarak derin bir nefes alıp 7 numaralı kapıyı çalıyorum.
Kapı birden açılıyor ve karşımda annemi görüyorum. Hoşgeldin bile demiyor.
"Sana da hoşbulduk." Diyorum içerleyerek.
Ağzını bile açmıyor.
Arkamdan kapıyı (trip attığını belli ederek) sertçe kapatıyor.
Bir şey demem gerektiğini biliyorum ama (inatçı bir keçi olduğumdan dolayı) çenemi kapatmayı tercih ediyorum.
---------------------------------------
Sabah biraz yağmur yağmasına rağmen Alison'la buluşuyoruz.
"Ne yemek istersin?" Diyorum menüye göz gezdirerek.
"Diyetteyim." Diyor mahcup bir şekilde. İçtiğim su boğazıma kaçıyor. Öksürerek gülüyorum. Herkes bize bakıyor.
Alison gözlerini devirip bana korkunç bakışlar atıyor.
Susuyorum.
"Madem diyettesiniz Miss, o zaman bize gelin. Evim boş ve büyük, emin olun ki sizin koca götünüzü içine alacak kadar büyük."
Sırıtıyor.
"Başüstüne Gizem Hanım."
Gülüyorum.
Birbirimizle şakalaşarak evin yolunu tutuyoruz. Biz anırarak gülerken sokaktakilerin bize bakışlarını umursamıyorum.
Uzun zamandır ilk defa gerçekten mutluyum.
-------------------------------------
"Hangi filmi izleyelim?"
Alison biraz düşünüyor.
"Bilmem, şöyle romantik bir şeyler olsa hiç fena olmazdı."
Sesimi incelterek onun taklidini yapıyorum.
Gülüyor.
Gülüşü bende hatırlamak istemediğim bir his uyandırınca birden aptal gibi sırıtmayı kesiyorum. Bir terslik olduğunu anlıyor ama bozuntuya vermiyor.
"Benim Dünyam'ı izleyelim mi?"
Kaşlarımı kaldırıyorum.
"Film dram yalnız, bozmasın seni?"
Gülüyor.
"İzliyoruz o zaman." İtiraz etmeme izin vermeden 'filmi kirala'ya basıyor ve film başlıyor.
Filmin yarısında (bütün sahneleri kaçırmak pahasına da olsa) sarmaş dolaş bir şekilde hüngür hüngür ağlıyoruz. (Aslında filmin ağlanacak bir tarafı yok ama Alison ağladığı için ağlıyorum. Biri ağladığı zaman dayanamayıp ağlayan salaklardanımdır bu arada, tanıştığımıza memnun oldum.)
Film bittiği zaman peçete almak için mutfağa gidiyorum. (Kendime itiraf: Bütün derdim Alison'dan kaçmak aslında çünkü ondan hoşlandığımı kendime yediremiyorum.)
İçimden çaresiz bir ruh haliyle Filme (ve Alison'a) sövüp sayarken birden içeriye Alison'ın girmesiyle irkiliyorum.
Hiçbir şey demeden yanıma yaklaşıyor.
Bütün suç filmde ve hormonlarımda.
O filmi izleyene kadar Alison'ı böyle görmüyordum, gerçekten!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Femme Forte (girlxgirl)
Romance(Bu kitap kurgu değildir. Okuduklarınız kişiler, yer ve zaman değiştirilerek önünüze sunulmuş bir lezbiyenin hayat hikayesidir.) Ben tekli bir koltukta yalnız başıma oturup servistekileri süzerken onun test çözdüğünü görüyorum. Sonra servis ani bi...