Penceremin hafifçe aralanmasıyla içeri giren rüzgar parmak uçlarıma kadar donmama neden olurken söylenerek yatağımdan doğrulup pencereye doğru ilerledim. Pencereyi iyice açıp kafamı dışarı uzattım ve neden açıldığını anlamaya çalışarak baktım ama çevrede değişik bir şey görünmüyordu. Omuz silkip penceremi kapattım ve tekrar yatağıma döndüm.
27 yaşındaydım. Gitmem gereken bir okul olmadığı gibi geçen ay işten atıldığım için gidecek bir işimde yoktu. O yüzden Seul kışını yatağımda sıcak su torbalarımla pinekleyerek geçiriyordum. Halimden memnun olmadığımı söyleyemezdim tabi Tiffany'nin işten gelir gelmez beni yatağımdan zorla kaldırıp temizlik yaptırması dışında.
Telefonum çaldığında söylenerek yataktan uzanıp almaya çalıştım ama boyumun kısalığından dolayı kısa olan kolum buna pek izin vermiyordu. Bir kez daha yerimden kalkmama sinirlenerek doğruldum. "Hayat benimle dalga mı geçiyor?"
Telefonu elime aldığımda 'Hyeyeon' yazısını görünce bekletmeden yanıtlaya tıkladım.
"Ne?"
"Kibarlığın için teşekkürler."
Büyükçe gözlerimi devirdim. "Efendim Hyoyeon?"
"Akşama barda toplanıyoruz. Gelmeyi unutma."
Tam telefonu kapatacakken son soluk sesimi duyurabilmiştim. "Dur,bekle. YAH! HYOYEON!"
"Ne var Taeyeon? İtiraz kabul etmiyorum."
"Biz deli miyiz? Bu soğukta neden dışarı çıkıyoruz? Hemde bara gideceğiz Tanrı aşkına. Kazak üzerine montla taytın üzerine çekebileceğimiz genişlikte bir pantolonda giyemeyiz."
Hyoyeon bıkkın bir nefes verdiğinde boşa kürek çektiğimi anladım. "Taeyeon" dedi sakince. "Uzatma."
Ve dediği gibi uzatamadım. Sessiz bir "Peki" fısıldayıp kapattım telefonu ardındansa yatağıma gidip donma saatimi bekledim.
-
Dolabımın karşısına geçmiş ne giysem rüküş olmam ve aynı zamanda donmam diye düşünürken dış kapıdan gelen kilit sesiyle oraya doğru döndüm. "Fany?"
"Oh, benim."
Koşarak odadan çıkıp yanına gittim. "Sende geliyorsun, değil mi?"
"Evet, geliyorum."
Odasına doğru giderken peşinden gitmeye başladım. "Kıçımı ısıtıp aynı zamanda güzel görünebilecek kıyafetin var mı?"
Odasının kapısına geldiğimizde bana döndü. "Olsa bile verir miyim sence?" Ardından kapıyı suratıma kapattı.
Kapıyla bir kaç saniye bakıştıktan sonra kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi gözlerimi kısıp kapıyı yumruklamaya başladım. "YAH! Fany! Bir şey soracağım aç şunu."
Kapının kilit sesini duyduğumda içeriye girdim ve masaya oturdum. "Açsın değil mi?"
Çünkü Tiffany sadece açken böyle davranırdı. Hafifçe kafasını salladığında güldüm. "Şimdi gidip sandviç hazırlıyorum."
Oturduğum masadan kalkıp kapıya ilerledim ardından tam çıkacakken aklıma gelen soruyla Tiffany'e döndüm. "Kim kim geliyor?"
Düşünür gibi birkaç saniye daldıktan sonra bana döndü. "Sen, ben, Hyoyeon, Yuri. Sooyoung'ın işi varmış. Belki Chanyeol'le Jongin'de gelebilir."
Chanyeol'le Jongin gelebilir deyince istemsizce yutkunmuştum. "Artık eskisi gibi değiliz. Gelirler mi dersin?"
Tiffany dolabını karıştırmayı bırakıp tamamen bana döndü. "Aslına bakarsan bende ihtimal vermiyorum ama Hyoyeon gelebileceklerini söyledi."