Başım çatlıyordu. Tam anlamıyla berbat hissediyordum. İçerken her şey güzeldi ama içtikten sonra her şey boka sarmıştı. Takside ki o konuşmadan sonrasını hatırlamıyordum ve gözümü açtığımda büyük bir baş ağrısıyla birlikte kendimi yatak odasında bulmuştum. Ben tam olarak sekiz saat uyumazsam kendime gelemezdim ve yalnızca beş saat uyumuştum. Ayrıca dün işe gitmediğimiz için tüm işler birikmişti. Anlayacağınız her şey üst üste geliyordu ve ben boka batmış gibi hissediyordum.
Mail adresini açıp son gelen maili de çevirip çıktısını aldım ve tek tek poşetleyerek dosya haline getirip masanın üzerine fırlattım. Daha öğle arasına çok vardı ve ben ölecek gibi hissediyordum. Kafamı sandalyemin arkasına yaslayıp gözlerimi kapattım. Gözlerimi dinlendiriyordum, sadece beş dakikacık.
***
Sarsıldığımı hissedince zorda olsa gözlerimi aralamaya çalıştım. Boynum tam anlamıyla tutulmuştu. Boynumu tutarken doğrulup gözlerimi açtım. "Minseok Bey?"
Anında ayağa kalkıp selam verdim. Şuan utançtan yerin dibine geçebilirdim. Gözlerim arkada ki saate kaydığında beş dakika değil, üç saat gözlerimi dinlendirdiğimin farkına varmıştım. Ben Minseok Bey'e bakamıyorken Minseok Bey gülümsemeyle bana bakıyordu. "Yorgun olmalısın. Dünde işe gelmedin, bir sorun yok değil mi?"
Ben sorumsuz bir çalışan olduğum için bana kızmasını beklerken o iyi olup olmadığımı soruyordu. Bu biraz kendimde güç bulmamı sağladı. Azar yemek istemezdim doğrusu. "Teşekkür ederim, bir sorun yok. Bir şey mi isteyecektiniz?"
Sanki unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi "Aaa" yaptı. Tepkisine gülmeden edememiştim. Duyduğum kadarıyla o da yirmi yedi yaşındaydı ve o da benim gibi yaşını göstermiyordu. Minnoş bir çocuk gibiydi. "Maillerin dosyasını isteyecektim. Aradım seni ama açmayınca odaya gelmek istedim."
"Keşke zahmet etmeseydiniz" dedim. Sonradan fark ettim ki zahmet etmekten başka çaresi yoktu çünkü ben uyuyordum. Aslında sekreterini de gönerebilirdi. Var mıydı gerçi ondanda emin değildim de neyse.
Masanın üzerinde ki dosyayı alıp uzattığımda teşekkür edip odadan ayrıldı. Uyandırılmam çok hoş değildi ama uyku biraz da olsa yorgunluğumu almıştı. Daha iyi hissediyordum. En azından kafamın içinde ki kazanlara tokmakla vuruluyormuş gibi değildi.
Tekrar yerime oturdum. Şuanlık yapacak pek bir işim yoktu. Masanın üzerinde ki telefonumu aldım. Bir sürü cevapsız arama vardı. Annemden, abimden, hatta amcam da aramıştı. Tam abime döneceğim sırada annem beni arıyordu. Çok sık konuşmazdık annemle aramda çok iyi değildi. Beni araması hatta abim ve amcamın da araması tuhafıma kaçmıştı. Bekletmeden açtım. "Anne?"
"Taeyeon-ah. Hemen eve gelmen gerekiyor." Sesi beklediğimden daha kötüydü. Aklıma babamın gelmesiyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Anne, babam iyi mi?"
"Şu an hastanedeyiz. Elinden geldiğince çabuk buraya gel."
Bir kaç saniye olduğum yerde durdum. Adım atmak, babamın yanına gitmek istiyordum ama yapamıyordum. Babam gırtlak kanseriydi. Hayatında hiç sigara ve içki içmemesine rağmen bu hastalığa yakalanmıştı. Son zamanlarda durumu eskisinden daha kötüydü, konuşamıyordu mesela. Defteri vardı, ona yazıyordu söylemek istediklerini. Gözümden kontrolüm altında yaşlar dökülürken onu çok boşladığımı fark ettim. Annemle ne kadar iyi anlaşamıyorsam babamla o kadar iyi anlaşırdım. Annem bana ilgi göstermezdi ve sebebi de babamın bana fazla ilgi göstermesiydi. Babam benim her şeyimdi, gerçekten. İş, bir takım sorunlar derken bir ay içerisinde neredeyse hiç görüşememiştim babamla. Konuşamadığı için telefonla konuşamıyorduk. Sadece görüntülü arayabiliyordum ve bazen yanına gidiyordum ama bu ay hiç gitmemiştim...