İnsanlar değişikti, biraz da vefasız. Hepimiz bir gün yok olacaktık ve arkamızdan sadece üç gün, bilemedin bir ay ağlanacaktı. Bir söz okumuştum. 'Sizi hatırlayan son insan da öldüğünde bu dünyaya hiç gelmemiş gibi olacaksınız.'
Tam olarak öyleydi işte. Ben çocuklarıma babamı anlatırdım ama çocuklarım benim kadar sevemezlerdi, çünkü onu görüp sevgisini hissetmemiş olacaklardı. Benden sonra çocuklarımda öldüğünde babam hayata hiç gelmemiş gibi olacaktı. Sanki elimden tutup sokakta benimle gülmemiş, ben parkta sallanırken hiç gülerek bana bakmamış, hiç saçlarımı taramamış gibi.
Büyükbabam öldüğünde büyükannem demişti ki "Ölen insan kalbinizde 9 mum yakarak gider, mumların herbiri bir gün söner ve acı zamanla azalır. Ama son mum hep yanar ve ne zaman hatırlasanız 'ben burdayım' dercesine kalbiniz cızlar." Ne kadar haklı olmasını istemesemde haklıydı. Babam öleli bir buçuk ay olmuştu ve ben acıyı ilk günkü kadar hissetmiyordum.
Elimde ki kağıdı bir kez daha katladım. Baekhyun bana bir kağıdı yediden fazla ikiye katlayamayacağımı söylemişti ve dediği gibi yediden fazla katlayamıyordum. Aslında bunun üzerine neden uğraştığım hakkında bir fikrim yoktu. Sadece aklımı dağıtmak istiyordum. Bütün çevirileri halletmiş, ek işler alıp onları da yapmıştım.
Kendime küçücük bir ev kiralamıştım. Baekhyunla o konu hakkında hiç konuşmamıştık, ben de arkadaşı olduğunu ve gereksiz kıskançlık yapmamam gerektiğini düşünerek sormamıştım. Baekhyunla aram iyiydi ama eskisi gibi değildi. Bunun sebebi de bendim. Aslında kimseye karşı eskisi gibi değildim. Arada Tiffanyle konuşmaya ihtiyaç duyuyordum ama yapamazdım. Junmyeon -yeni adıyla Suho- babamın cenazesine gelmiş bana başsağlığı dilemiş ve ihtiyacım olursa bana bir telefon kadar yakın olduğunu söylemişti. Bunların hepsi kafamı karıştırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Kafam fazlasıyla karışıktı ve ben işin içinden nasıl çıkmam gerektiğini bilmiyordum. Babamla aramda ki bağı ve benim hakkımda ki her şeyi bilen sadece Tiffany, Sehun ve Suho vardı. Ve bu üçünden birisiyle oturup konuşmaya ihtiyacım vardı. Tiffany'le konuşmaya hazır değildim, yaptığını hala hazmedemiyordum. Sehun ise benim kardeşim olan Sehun değildi. Dertlerimi dinleyen Sehunla şuan ki Sehun çok farklıydı. Junmyeon'un bana "Bir telefon kadar yakınım" demesi aklıma geldiğinde daha da aklım karışıyordu. Onunla konuşmak istiyordum ama buna cesaretim de yoktu.
Bu defa aklıma itaat etmek istemedim, kalbim ne yapmamı istiyorsa onu yaptım yani Junmyeon'u aradım. "Alo, kimsiniz?" Ben numaramı değiştirmiştim o yüzden numaram onda kayıtlı değildi.
"Benim, Taeyeon."
Karşı tarafta uzun bir sessizlik oldu. Şaşırmış olmalıydı. Daha sonra "Bir dakika" dedi. Gelen seslerden hareketlendiğini anlıyordum, daha sonra kapı kapanma sesi duydum. "Nasılsın?" dedi daha sonra. Efendim değil, nasılsın demişti. Bu belki size alakasız gelecekti ama efendim dese ne diyeceğimi bilemezdim Junmyeon bunu biliyordu. "İyiyim, yani sanırım."
Yalan söylememiştim. İyi olduğumu düşünüyordum ama gerçekten iyi miydim en ufak bir fikrim yoktu. "Bir şey mi oldu?" dedi hemen ardından yanlış anlamamı istemiyormuş gibi hemen düzeltme gereği duydu. "Yani... Bir ihtiyacın mı var?"
Kafamı sandalyeme yaslayıp gözlerimi yumdum. "Evet, konuşmaya ihtiyacım var."
"Pekala... Nerede buluşmalıyız?"
Dışarı çıkmak istemiyordum. Büyük ihtimalle salya sümük ağlayacaktım ve kalabalık bir ortamda kendimi sıkmaktansa daha önce önünde burnumdan baloncuk çıkararak bile ağladığım Junmyeon'un yanında ağlamak istiyordum. "Akşam benim evime gelsen? Kalabalığa girmek istemiyorum."