Üç gündür boş boş yatıyordum. Ne işten bir haber vardı, ne Baekhyun'dan. Baekhyun aramadığı için bende onu aramıyordum. Düşünseniz benim haklı olduğumu anlayacaksınız ben onu evime bile davet ettim, aslında ben değil Tiffany ama olsun. İşe gelirsek de umudumu kesmiştim. Üç gün olmuştu ama hala dönmemişlerdi.
Bir seyleri yoluna koymam gerektiğinin farkındaydım. Çünkü hayatımda değişen bir şey yoktu. Ne işe girebilmiştim ne de uzun zaman sonra kendimi iyi hissettiren Baekhyun yanımda olmayacaktı. O yüzden elimde olan şeyleri düzene koymalıydım. Chanyeol ve Jonginle tekrar iletişime geçebilmiştim ama Sehun hala benimle görüşmüyordu. Cesaretimi toplayıp Sehunla konuşmam gerekiyordu.
Sehun numarasını değiştirdiği için ona ulaşamıyordum. Chanyeol'den numarasını almalıydım. Telefonumu alıp Chanyeol'ü aradım. Pişman olmadan konuşmam gerekiyordu. "Efendim bebeğim."
Chanyeol telefonu açtığında gülümsedim. Bana hep böyle seslenirdi. Üniversiteye başladığımda çok daha bebek yüzlüydüm ve o zamandan beri bana bebeğim derdi. Bu beni her zaman güvende hissettirmişti ama bu gün ağlamak istememe neden oluyordu. "Chanyeol-ah senden bir şey isteyeceğim."
Sanırım bir şey yiyordu çünkü yutkunma sesi duydum. "Söyle prenses."
"Sehun... Ona ulaşamıyorum. Numarasını verir misin?"
Bir süre Chanyeol'den ses gelmedi. Beklerken kalbimin çıkacağını hissediyordum. "Taeyeon-ah. Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum."
"Hayır, iyi bir fikir. Bak onunla konuşmam gerekiyor lütfen."
Chanyeol derin bir nefes bıraktı. "Bir saniye."
Ben Chanyeol'ün Sehun'un numarasını vermesini beklerken kulaklarıma hiç beklemediğim bir ses gelmişti. "Ne var?"
Kalbimin ağzımda attığını hissediyordum. Konuşmak istiyordum ama yapamıyordum. Ağzımdan dökülen tek şey kısık sesli bir "Hun..." oldu.
"Ne konuşacaksın Taeyeon?" sesi o kadar netti ki. Parmak uçlarıma kadar donmuştum. Net ve soğuk.
"Sehun-ah telefonda olmaz görüşemez miyiz?"
"Vaktim olduğunu sanmıyorum."
"Fazla zamanını almayacağım lütfen." Karşı taraftan bıkkın bir nefes veriş sesi duydum. "Tamam beş dakikaya gelip seni alacağım."
"Teşekkür ederim." diye mırıldanıp telefonu kapattım ve hemen altımda bir kot pantolon çektim. Telefonumu da arka cebime koyduğumda hazırdım. Çanta almay zaten sevmezdim. Evin dışına çıkıp basamağa oturdum ve beklemeye başladım.
Bir süre ne yapmam gerektiğini düşündüm. Kendimi acındırmadan, ikna edici bir şekilde nasıl konuşurdum. Sehun Junmyeon'un en yakınıydı ve şuan benden nefret etmek konusunda haklıydı. Elimden bir şey gelmiyordu. Siyah, güzel bir araba kapımın önünde durduğunda yerimden kalkıp arabaya bindim.
Sehun o kadar değişmişti ki. Bebeksi olan yüz hatları artık sert ve erkeksiydi. Bakışlarında eski Sehun yoktu, tanımadığım bir Sehun vardı. Önceden spor giyinen Sehun'un üzerinde şuan beyaz bir gömlek vardı ve siyah pantolonunun içine sokmuştu. Titrediğimi hissettim. O artık benim minik Sehunum değildi.
Ben sadece Junmyeon'un değil Sehun'un da hayatını mahvetmiştim. Gerçek suratıma tokat gibi çarparken Sehun arabayı çalıştırdı. Şuan kendimi bir yabancının arabasında gibi hissediyordum. Arabayı deniz kenarında bir yerde durdurunca arabadan indi ve arabanın önüne yaslandı. Bende onun gibi yapıp arabaya yaslandım ve denize bakmaya başladım. Rüzgar saçlarımı uçururken üzerimde ki cekete daha sıkı sarıldım.