Yorgundu. Tek kelimeyle ‘berbat’ geçen bir hafta henüz bitmişti. Gece saat 2 ye gelmek üzereyken akreple yelkovan sidik yarışı yapıyordu 4 metre ötede. Kimseler yoktu, hiç kimse... Anahtarını yatağının yanındaki sehpaya bırakırken; bir an önce üzrerinde bulundurduğu tüm haftanın o ağır ve pis yorgunluğunu uykusuyla kusmak istiyordu. Yatağa kendini attıktan sonra saate daldı. Sese o kadar aşinaydı ki. Tik. Tak. Kendisinden bir parçaymış gibi. Eski sevgilinin en çok söylediği sözcük öbeği gibi, annenin azarları, babanın küfürleri gibi. Fazlasıyla tanıdık. Ellerini başının altında bağlarken gözlerini tavana doğru çevirdi. Bir müddet hiçbir şey düşünmeden öylece bakakaldı. Bir hayal kurmak zorunda hissetti kendini, zorunda hissetmek. Ne kadar da saçma bir olguydu. Zorundalık… sikeyim… Artık tavana bakarken hayal kurmaktaydı. Alkolün verdiği etkiyle tavana istediği portreleri koyabiliyordu. Onlarla sevişiyor, dans ediyor, kavgalar ediyordu. Gözlerinde acı vardı. Gülemiyordu. Kafasını sol tarafa çevirdi. Yatağın sol tarafında anahtarını koyduğu sehpa, sağ tarafında ise perdesi yırtık bir pencere vardı. Elini uzattı ve anahtarı aldı. Sol elinin baş parmağı ve işret parmağı arasına sıkıştırdı. Salladı. Hipnoz olmak ister gibiydi. Hipnoz olmak… biri uyandırana dek siktirip gitmek bu dünyadan, tamamen silinmek… ama unuttuğu bir şey vardı. Anahtarın demiri pek sağlam değildi. Koptu ve yüzüne dağılıverdi. Doğruldu onları topladı. Yine küfretti. Kafasını bezgin ve çocuklarını doyurmak için çöplerin arasında yiyecek arayan bir kedi gibi çevirdi. Saate göz gezdirdi. Saat tik. Tak… ayağa kalktı. Tişörtünü çıkardı. Yazın yaptığı vücudunu kamufle edecek derecede bira göbeği yapmıştı. Sağ taraftan iki tokat attı ve yoluna koyuldu. Odadan hole çıkarken tünelden geçiyormuş gibi hisse kapılırdı hep. Karanlıktan aydınlığa. Yoksa aydınlıktan mı karanlık? Holde yürüyordu ayağı antre kapısının kıvırdığı halıya çarptı ve sendeledi. Arkasına bakarak küfür savurdu yine. Lavaboya varabilmişti. Kafasını geri çekip gözlerini kısarak. ‘ amına koyayım be ne hale geldim’ diyebildi. Kendine acımıştı. Aynaya yaklaştıkça yaklaştı, gözlerinin içine bakıyordu. Ve bunu bir şey bozuverdi aniden. Banyonun damlatan bozuk musluğu… kafasını hemen geri aldı. Banyo; lavabonun hemen sağ tarafındaydı. Kapısı kırılmıştı yaklaşık 2 ay önce. Menteşeler paslı bir şekilde hala duruyordu. Çok boktandı hayatı ama yine de yaşamalıydı… Banyoya musluğu susturmak için girdi ve küvetin cazibesi onu kendine çekiverdi. Sırıttı. Gerindi. Tıkaçı aldı ve deliğe sıkıştırdı ardından bir bütünün parçalarını tamamlarcasına sıcak suyu açtı. Pantolonunu çıkardı. Kirliliğe atıp atmamak arasında kaldı düşündü, düşündü ve elinde pantolonla hole çıktı. Yürüyordu. Aklına halı gelmişti. Yavaşladı. Ve ne tuhaf. Halı düzelmişti. Tek gözünü kıstı. Odasının kapısını görünce şok oldu. Açık bıraktığı kapı kapalıydı. Bu onun için tuvalete girerken indirdiği iç çamaşırını kapalı unutmak kadar anlamsız ve aptalcaydı. Anında düşündü ve onayladı. Cereyan yapmıştır. Yok ya hayır olamaz camlar açık değil. Ayrıca yapsa ses çıkardı. Kalbinin atışlarını dışarıdan duyabiliyordu. Lavaboya geri döndü. Su sesi onu biraz rahatlatmıştı. Ayna ile anlık göz göze geldi. Geri dönüp baktı. Alkolün onu paranoyak yaptığına karar vermişti. Hole çıktı ve odasına gitmek üzere yola koyuldu. Bu sefer daha büyük şok olmasına alkolün sebep olmadığına emindi. Çünkü odasının kahverengi buzlu camından bir insan gölgesi hareket ediyordu. Kalp atışlarını duymakla kalmıyor, artık bastıramıyordu da. Tamamen esir olmuştu vücuduna. Heyecanlandı. Hemen banyoya koştu. Banyo. Banyo o kadar sevecen geldi ki o an. Sıcak suyun sesi ile her şeyi boş veresi geldi. Ama yapamazdı. Hırsız mıydı? Nasıl bu kadar sessiz girebildi içeri? Yoksa yoksa yoksa! Hayır! Olamaz!