‘Hayal edebilir miyim? Günlerdir kaburgalarımı tekmeleyen bu adamlardan kurtulmanın şerefine hayal edebilirim bana kalırsa. Bana kalırsa bu güzel kadınla Cihangir’de, özlediğim güneşin doğuşunu izleyebilirim elimde gariban bir şarapla. Bu kadın belki de onunla sevişmekle ödüllendirir beni. Yahut ben onu ödüllendiririm. Bunu ikimiz de bilemeyiz. Eminim olaya da tamamen hakimdir. Anlatmaya değmeyebilir. Ancak çok güveniyorum ona; uzun zamandan sonra ilk defa birine bu kadar güvenebiliyorum. Ben ki kimseye güvenmeyen bir adamken… ‘
Parmaklıkların ardında defalarca yumruklanırken arzuladığı sigarasını içine çekiyordu defalarca. Uzun uzun çekiyordu; ciğerini istila ediyordu sert, zifiri yüksek ve fazla isli duman. Artık ciğeri tamamen işgal edilmişti. Bir işgal onu ancak bu kadar mutlu edebilirdi. Küçük suratlı ve güzel çehreli bir kadın oturuyordu karşısında. Eskitilmiş harman tuğlalı, lüks sayılabilecek bir kafe sandalyesinde oturuyordu. Özgür bırakmıştı ağzından çıkabilecek olası sözcükleri. Konuşmak istedi. Ve konuşuyordu da:
- Sana tüm olayı anlatmak isterim ama tahinimce hepsini biliyorsun ki beni o parmaklıkların ardından kurtardın.
Sıra karşısında oturan kibar kadına gelmişti:
- Hepsini biliyorum. Sana dair her şeye hakimim.
- Bana dair her şeye mi?
- Evet sana dair her şey. Tek tek, örgü örgü her şey genç adam.
Sandalyesinde geri doğruldu henüz parmaklıklardan kurtulmanın sancısını atamamışken. Tuhaf bir gülümseme ve ardından ince bir öksürük.
Kafenin ışığı çok loştu. Dekoru da hoşuna gitmişti. Sıra sıra rock yıldızı tabloları vardı duvarlarında ve uzunca bir koridoru. Loş ışıklıydı. Kimsenin gitmeye tenezzül bile etmeyeceği köşesinde oranı; genç bir kız oturuyordu. Yaşı önemsiz… çok gençti ve üzülmüştü de. Orada oturan insanlar, onun gözünde hepsi birer market poşeti kadar sıradandı. Sıradan, gülünç ve bir o kadar da önemli insanlar vardı o kafede. Loş ışığın altında öpüşen hiç kimse yoktu. Genç kız dışında… o kız zihninde terk ettiği eski sevgilisiyle öpüşüyordu belki de. Bunları düşlemenin keyfine varırken kadının ucuz tellibağ şarabı kırmızılığındaki dudakları arasından dökülen sözcükler zihnini dağıtıverdi. Dudaklarının kırmızılığını nasıl ucuz şaraptan alıyorsa rengini, bu çıkan cümleler de o kadar ucuzdu. Hiç haz etmezdi bu tür cümlelerden. Nefret de edebilirdi ancak kadının onu; acımtrak nezarethane parmaklıkları arasından çıkardığı geldi aklına. Cümleleri kafasında tartıyordu. Ne kadar da acı ve ucuz cümlelerdi bunlar:
- Sen aslında sandığın kadar karmaşık birisi değilsin ve sana dair neredeyse her şeyi tahmin edebiliyorum…
Elini masanın ucundaki sigarasına uzattı. İçinden nazikçe bir dal çekerken aklında sadece o küçük suratı kadar masum olmayan cümleleri çürütmek vardı. Üşeniyordu da. Konuşmak istedi:
- Bana dair her şeyi bilmek istiyorsan ilk önce bu sigaradan bir fırt alman gerek.
Kadın gülümsedi, ve bu ardı sıra artan kahkahalara dönüşüverdi. Acımasızca kahkahalar. Hiç beklemiyordu kadından bu denli nefret dolu hareketleri. Nefret dolu hareketler. Senaryosunu çalan o genç ve güzel kızı öldürmediğini o da biliyordu oysa ki. Neden bu denli nefret dolu bakıyordu ona. Zihni gittikçe bulanıyor, sigarasını içmekte zorlanıyordu. Ve kadına dikkatlice bakınca şaşırması gerektiğini anlamıştı. Hayır! tahmininde yanılmak istercesine sert bakıyordu şimdi küçük suratlı kadına. Gözlerini ondan alamayacak kadar büyük ve ihtişamlı tahminleri vardı. Kadın konuşuyordu şimdi de:
- Evet belki o kızı fiilen öldürmemiş olabilirsin genç adam ancak o kızı sen bir bakışınla öldürdün….